16 Mart 2012 Cuma

2011 Çeşme -İstanbul, 2. Etap

2011 Aşağı yarışından sonra Ada-Pupaadrenalin'in İstanbul'a dönüş macerasının ilk ayağı olan Çeşme - Cunda etabını geçen blogda sizlerle paylaşmıştım. Şimdi kaldığım yerden devam ediyorum. Bu bölüm Cunda - Bozcaada etabını anlatacak.


İstanbul'dan Çeşme için çıktığımız yol boyunca ve günler sonra ilk defa teknede rahat ve deliksiz bir uyku çekiyorum. İçim artık daha rahat. Hayatlarında ilk kez karşılaşan farklı yaş ve iş guruplarından gelen insanlar artık teknedeler ve birlikte bir iş yapıyorlar. Bir gün içinde denizde bu yabancı insanların bir ekip olmaya başladıklarını görmek beni heyecanlandırıyor ve umutlandırıyor. Unutmamak gerek böyle bir teknede ve deniz üzerinde sizi güvenle hedefe götürecek en önemli etken iyi bir ekip olmaktan geçer. Biz bunu çok kısa bir sürede hayata geçirmeyi başarıyoruz. Bu gezideki amacımız insanlara hem yelken sporunu sevdirmek hem de kişisel ve takım olarak bu insanları geliştirmek. İlk günkü kuvvetli hava ve büyük denizleri aşarak hedefe ulaşmak şüphesiz amaçlarımıza bizleri yaklaştırdı. O yüzden bugün yeni yelkenciler daha çok çalışıp daha çok sorumluluk alacaklar. Bizlerinse biraz daha geride durmamızın zamanı yavaş yavaş geliyor.

Daha önce de belirtmiştim, teknede hayat erken başlıyor. Hem sabah erken saatlerde deniz ve hava şartları daha rahat bir seyir sağlıyor hem de günü daha efektif kullandığımızı düşünüyoruz. Uzun bir yolun ardından varış noktamızda karanlık çökmeden biraz zaman geçirmek istiyoruz. Yolda vereceğimiz molalar da cabası. Mahir ve Volkan Ada-Pupaadrenalin'de Murat ve ben de Gün's'de yine çok erken saatte ayaktayız. Yola çıkmak için hazırlanırken mürettebat da birer ikişer uyanıyorlar. Bir gün öncesine göre herkes güne daha erken başlıyor. Deniz kendi kurallarını ve düzenini sessiz sedasız mürettebata öğretiyor.

Teknede her iş dönüşümlü olarak yapılıyor. Mutfak işleri de buna dahil ve bir gün önce mutfağa girmeyen iki kişi kahvaltı için kolları sıvıyor. Malum Ege'deyiz ve kahvaltı da zeytini, zeytinyağı, yöresel peynirleri, dağ ve limon kekikleri ve domates ve biberiyle tam bir Ege kahvaltısı. İmkanların elverdiği ölçüde tabi. Öte yandan midelerimizi de çok fazla doldurmak istemiyoruz çünkü az sonra yelkenler basılacak ve herkes çalışmaya başlayacak. Kahvaltıda önceki günün muhasebesi yapılıyor, seyir hakkında konuşuluyor. İlk günden sonra ekiptekiler merak ettikleri ne varsa soruyorlar ve biz de cevaplıyoruz. Ardından bugünkü rota konuşuluyor, ana hatlarıyla günün planı yapılıyor, herkes bir gün öncekinden farklı mevkilerde görevlendiriliyorlar. Ekibe yeni görev yerleri ile ilgili kısa bilgiler veriliyor, işleyiş ve donanım hakkında bilgilendiriliyorlar. Yan teknede de durum aynı ve artık rüzgar bekliyoruz. Erken saatler geçtikten sonra öğlene doğru hava hafif hafif esmeye başlıyor ve yelkenler fora...

Saatler ilerledikçe ısı artıyor, gündoğusu ve karayel arası esen rüzgar bize sorunsuz bir orsa seyrini garanti ediyor. Önce iskele kontra Yunan karasularına doğru seyredip ardından bir tramola ile kuzey doğuya doğru tırmanmaya devam ediyoruz. Kuvvetini arttıran rüzgar ve orsa seyrinin mücadele gerektiren doğası ekibi yoruyor ve hepimiz iyi bir molayı hak ettiğimizi düşünüyoruz. Edremit Körfezi'ni sancağımızda bırakıp Zeus'un meraklı bakışları altında Kaz Dağları'nın büyülü ve mitoloji kokan eteklerinden süzülüp Assos'a varıyoruz. Öğlen molası için demir attığımız yer Behramkale. Ekipten birkaç kişi minik filikamıza atlayıp karaya çıkıyor, diğerleri ise teknelerde. Kimi kendini Assos'un serin sularına bırakıyor, kimi buz gibi birasını yudumluyor, kimisi de öğlen yemeği için mutfağa giriyor. İki saatlik moladan sonra tekrar yola koyuluyor ve Bozcaada'ya doğru dümen tutuyoruz.

Yol boyunca orkinoslar ve yunuslar geleneği bozmuyorlar ve bize eşlik ediyorlar. İki tekne güneş batarken birbirinin peşi sıra Bozcaada'ya varıyor. Doğa bütün güzelliklerini esirgemeden sunuyor bizlere. Akşama doğru masmavi gökyüzü adeta kabuk değiştiriyor, pembeden turuncuya ve oradan da laciverde dönüyor, içimizdeki bütün olumsuz duyguları hüzünlü bir tebessüme dönüştürerek.

İlkin Gün's kıçtan kara yanaşıyor. İki tekne yanımızda ise Ada-Pupaadrenalin var. Sezonun tam göbeğinde olduğumuz için yanaştığımız limanlarda yer bulmak bir hayli güç ama ittire kaktıra da olsa dikkati elden bırakmayıp, yanımızdaki teknelerin mürettebatlarının da yardımı ile kimseye zarar vermeden karaya bağlanıyoruz. Kara hayatı değişmiyor, herkes hızlıca duşunu alıyor, üst baş değişiyor ve aç kurtlar gibi restoranlar bölgesine doğru taaruza geçiliyor. Ege'nin sunduğu onca güzellik içinde beni en çok ilgilendiren hiç şüphesiz yemek kültürü ve zengin mutfağı. Salatalar, zeytinyağlılar, deniz ürünleri derken son günlerin en güzel yemeğini burada yiyoruz. Yemekten sonra kimisi tekneye dönüp huzur buluyor, kimisi yol üzerindeki barlardan birine takılıp sosyalleşiyor, biz ise Murat ile ertesi gün için gereken alış-verişi yapıyor ve elimizdeki poşetlerle yolda bir bira molası veriyoruz. Günün tortusu üzerimizde tekneye dönüp uykudan önce hala uyanık olanlarla günün değerlendirmesini yapıyoruz. İnsanların gözlerinde gördüğüm mutluluk, heyecan, bütün yorgunluğumu unutturuyor. Öyle hissediyorum ki burada kurduğumuz dostluk çerçevesinde Ada-Pupaadrenalin'in yeni yarış ekibinin temelleri de çok sağlam bir şekilde atılıyor. Denizlerdeki ritüelimi bozmaya hiç niyetim yok. Herkesi uyuduktan sonra günün son keyif sigarasını tüttürüyorum. Gelecek kaygılarımdan arınıyorum. Şimdi sadece hayallerim ve ben varız. Gökyüzü, havada asılı duran yıldızlar ve o büyüklük bana ne kadar küçük ve önemsiz olduğumu düşündürüyor. Buna rağmen evrenin de ben olmadan biraz eksik kalacağına inanmak istiyorum.

Aklımda Ataol Behramoğlu'nun dizeleri: 
İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne,
Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa,bir çocuğa
Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
Kopmaz kökler salmaktır oraya

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın,ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana






12 Mart 2012 Pazartesi

Bilmek Öğrenmek Gerek, Bölüm 5

M
Makara: Ortasında dönen bir disk bulunan metal veya tahtadan yapılmış, tekne donanım halatlarının yönünü değiştirmek veya bir palanga içinde kullanıldığında mekanik yükü azaltmak amacıyla kullanılan parça.
Mandar: Direğin tepesinden tek bir tur yaparak aşağıya inen ve direk tepesine bir şey basmaya yarayan halat. Bu halatın içinden geçtiği ve direk tepesinde bulunan makaraya da mandar denir.
Manika:  Güverteden hava akımını yakalayıp tekne içine yönlendiren, dik açıyla bükülmüş bir boruryu andıran, ağzı çanak gibi açık havalandırma düzeneği.
Mapa: Bir makara veya palangayı oynar şekilde takmak için ihtiyaca göre teknenin muhtelif yerlerine yerleştirilen, sağlam bağlanmış, bağlandığı yüzeye dik duran, sabit madeni halka.
Matafyon: Halatların içinden geçmesi veya bağlanması için yelkene veya tenteye açılan ve aşınmayı önlemek amacıyla içine madeni veya plastik bir halka yerleştirilmiş delik. Ana yelkenin orsa yakasını geren ön köşenin yaklaşık bir karış üzerindeki matafyona kaningam denir.
Mayna Etmek: Bir yükün indirilmesi, aşağıya doğru yavaşça bırakılması.
Mezevolta: Bir halatın bir yere dolandıktan sonra kendi bedeni üzerine bir kez dolanarak atılan basit bağ.
Mizana: İki veya üç direkli teknelerde arkada bulunan direk.

N
Neta Etmek: Dağınık veya bir yeri tertip ve düzene sokmak. Bir engele dokunmadan açık geçmek.

O
Omurga: Teknenin en altında bulunan, tüm boyunca uzanan kütük benzeri ahşap parça, metal teknelerde aynı işi gören demir plaka. Bir tekne omurgasından başlayarak kurulur.
Orsa Seyri:  Rüzgarla mümkün olan en dar açıyı yapacak şekilde, rüzgarın geldiği yöne yapılan seyir.
Omuzluk: Teknenin baş ve kıçında 45 derecelik açı cıvarındaki istikamet.


Ö
Ölü Bölge: Yelkenli bir tekne rüzgarla 45 dereceden daha az bir açı yaparsa teorik olarak yelkenleri dolduramaz ve yelken kuvvetiyle gidemez. Rüzgar geliş yönünün her iki tarafında kalan 45 er derecelik yani toplam 90 derecelik bölgeye ölü ya da yelken yapılamayan bölge denir.




10 Mart 2012 Cumartesi

Bilmek Öğrenmek Gerek, Bölüm 4

K
Kabasorta (Seren) Arma: Ana itici gücü oluşturan yelkenlerin, direğe dik açı yapan serenlere çekildiği yelken düzenlemesi.
Kalafat: Ahşap tekneleri su sızdırmaz hale getirmek için armozlara kendir veya pamuk üstüpü sıkıştırarak yapılan işlem.
Kaloma: Çapanın zemine daha iyi gömülmesini sağlamak amacıyla bağlı olduğu zincir vaya halata verilen uzatma payı.
Karina: Teknelerin su kesimlerinin altında bulunan dış kısımları.
Kasa: Herhangi bir halat ucunda halatı oluşturan kolların örülmesi ile veya iki uç üzerinden ince bir halat sarılarak yapılan halka.
Kasara:  Güverte üzerinde yükselen dikdörtgen biçiminde kamara. Teknenin başında veya kıçında güverteden yükselen bölümlere de denir; baş kasara, kıç kasara gibi.
Kavança (Boci Tramola): Yelkenli teknenin kontra değiştirerek rüzgaraltına dönüş manevrası.
Kazboynu: Bumba veya gizin direğe bağlandığı uç.
Kemere: Teknenin en geniş yeri. Teknenin ortasından geçen ve baş-kıç doğrultusuna (omurgasına) dik olan hatta kemere denir. Kemere yön belirtmek için kullanılır.
Kerte: Dairenin 32 de biri olan 11 derece 15 dakikalık açı.
Kerteriz:  Herhangi bir maddenin bir tekneden olan yönünü ölçmek.
Kerye: Halatın ucuna kasa yapmak veya iki halatı birleştirmek için bir çeşit cıvatalı kilit.
Kesirli Arma: Baş ıstralyanın direğin tepesine değil de daha aşağıda bir noktasına bağlı olduğu arma tipi.
Kıç:  Teknenin en arka kısmı.
Kıç Istralya:  Direklerin öne doğru yatmalarını engelleyen, direk başından teknenin kıçına doğru inen halat veya tel.
Kıçtan Kara: Teknenin kıçının sahile dik gelecek şekilde bir iskeleye yanaşması veya yaklaşması, oturtulması.
Knot:  Denizcilikte hız birimi. Knot bir saatte katedilen mesafeyi deniz mili olarak belirtir ve not olarak okunur.
Koçboynuzu: Teknenin çeşitli yerlerine halat volta etmek için  konulmuş iki kolu olan ahşap veya metal parça.
Kol: Bir teknenin rüzgara karşı giderken iki tramola arasında kat ettiği yol için kullanılan terim.
Kontra: Rüzgarı teknenin bir yanından alarak seyir edilen kol; sancak kontra, iskele kontra gibi.
Köre Düşmek: Yelkenli bir teknenin geçici bir süre rüzgarsız kalması.
Kuru Direk: Şiddetli rüzgar nedeni ile tüm yelkenlerin indirilip seyirde sadece direklerle kalınması.
Kurtağzı: Tekneye iskeleden veya başka bir tekneden gelen halatı babaya veya koçboynuzuna yönlendirmek için kullanılan sabit parça.
Küpeşte: Posta başlarını tekne boyunca bağlayan kuşak, güvertenin en dışta bulunan tahtası.

L
Laçka / Laşka Etmek: Bir halatı istenilen miktar kadar rahatça gitmesi için serbest bırakmak.
Lava Etmek: Bir halatın boşunun alınması, çekilmesi.
Liftin / Dönger: Herhangi bir arma parçasının boy ve gerginliğinin ayarlamak için kullanılan kalın civata benzeri parça.
Lumboz / Lumbuz: Bir metal çerçeve ile bunun üzerine sıkıca kapanacak şekilde yapılmış camlı bir kapaktan oluşan, teknenin bordasına veya kamara kenarlarına, içeri hava ve ışık girmesi için açılmış delik.


1 Mart 2012 Perşembe

2011 Çeşme - İstanbul, 1.inci Etap

2011 Temmuz ayında koşulan İstanbul - Çeşme yarışı hikayemi daha önce sizlerle paylaşmıştım.  Bu yazıda Çeşme-İstanbul arası katettiğimiz geri dönüş yolunu yazacağım ve bu ilk bölüm Çeşme-Cunda Adası etabı. Çeşme'de geçirdiğimiz bir kaç güzel günden sonra teknemiz Ada-Pupaadrenalin ve ekibini İstanbul'a geri getirmemiz gerekti. Bunu geldiğimiz yolu geri dönmek zorunda olduğumuz bir yolcuktan öteye taşımak, kıştan beri aklımızda olan bir programdı. Birçok farklı fikir arasından bir seçim yaptık sonunda ve geri dönüş yolculuğumuzda böyle bir tekne ile ilk defa yola çıkacak insanlar bularak bu dört gün boyunca onlara denizi ve yelken sporunu öğretmek en azından nasıl hissedeceklerini anlayabilecekleri bir imkan sunmak konusunda fikir birliğine vardık.

Bir yelkenli tekne ile ilk kez yol yapacak ve hatırı sayılır bir yol yapacak insan bulmak kolay olacak mıydı ? Bu sorunun cevabı hemen geldi. Eşe dosta, arkadaşlara haber salındı ve tahminlerimizin tersine o kadar çok talep oldu ki, sonunda bir tekneye daha ihtiyacımız olduğunu anladık. Yarış ekibinin bir kısmı Çeşme'de yarış bitiminde tekneden ayrıldı. Onların yerine mürettebat bulmak ve fazla mürettebat için de ikinci bir tekne bulmak durumları ortaya çıkınca biz de kolları sıvadık. Tekneden ayrılan yarış ekibi ve Çeşme -İstanbul etabını yapmak için başvuran insanların sayılarının toplamı sonucu bize on altı kişilik bir ekip olduğumuzu gösterdi. 36 feetlik teknemizde biz sekiz kişi çok rahat yolculuk yapıyoruz. Geri kalan sekiz kişi için de en az bizim tekne büyüklüğünde bir başka tekne bulmak gerekiyordu. İkinci tekne Didim'den çıktı geldi. İstanbul Yelken Kulübü'nden çok eski bir arkadaşımızın on dört metre boyunda biraz yaşlı ama çok denizci teknesi bu yolculuktaki yol arkadaşımız olacaktı. Gün's...


İstanbul'a hareketimizden bir gece önce bütün ekip Çeşme'de buluştuk. Bu seyahatten aylar önce teknenin esas ekibi olan Murat Gökçen ve Mahir Ulutaş ile birlikte rotamızı belirlemiş, ve yolculuğun yapılacağı tarihlerdeki hava ve deniz durumunu geçmiş yıllara bakarak bir istatistik çalışması ile belirlemeye çalışmıştık. Deniz işini hafife almamak ve bu tip yolcuklardan önce rota, rüzgar durumu, kumanya, ekibin fizik ve moral sağlığı gibi pek çok konuda ön hazırlık yaparak, karşılaşabileceğimiz ve önceden hesap edilemeyecek her duruma karşı tedbirli ve hazırlıklı olmak gerekir. Hele hele Ege Denizi gibi sağı solu hiç belli olmayan bir denizde dört gün geçirecekseniz ve ekibinizin en az yarısı hiç yelken tecrübesi olmayan insanlardan kurulmuş ise bu hazırlık aşaması bir kat daha önem kazanıyor. Zira ne kadar hazırlanırsanız hazırlanın deniz ve hava size mutlaka hesaplamadığınız bir sürpriz yapacaktır.


Dönelim Çeşme'deki son gecemize. Son gece Alaçatı'da Yucca Küçük Otel'de buluşuyoruz. Tüm ekip birlikte, artık geri sayım başlıyor. Ekibin büyük çoğunluğu konuyla o kadar alakasız ki hem iyi bir enformasyon vermek hem de hiçbirini huzursuz etmemek gerekiyor. Denizin güzelliği yanında, taşıdığı riskleri de konuşmak boynumuzun borcu. Biz anlatmaya başladıkça insanların gözlerindeki pırıltıyı görüyor ve mutlu oluyorum. Biz kabaca rotamızı, teknedeki çalışma düzenini, beslenme rutinimizi ve temel deniz kurallarını anlatıyoruz. Sonra tabi ekip sormaya başlıyor. O kadar çok merak ettikleri şey var ki, önümüzdeki dört günlük süre bize yetecek mi diye düşünmeye başlıyorum. En basit bağdan tutun da tuvaletlerin nasıl kullanılması gerektiğine kadar anlatılacak,öğretilecek bir çok şey...


İlk iş olarak insanları iki tekneye nasıl bölüştüreceğimizi konuşuyoruz. Birlikte gelen arkadaşlar var, her teknedeki kadın erkek sayısını da ayarlamak gerekiyor zira hava patlarsa kas gücüne de çok ihtiyaç olacak. Gücü dengeli dağıtmak gerek. Öte yandan bize katılan ikinci tekne Gün's ü fazla tanımıyoruz bu bakımdan en az iki tecrübeli yelkencinin tekne sahibine destek olmak için orada seyahat etmesi gerekecek. Murat ve ben ikinci tekneye geçiyoruz, Mahir ve Volkan da Ada-Pupaadrenalin'de kalıyor. İnsanların daha önceden bilmediğimiz bazı sağlık durumları ortaya çıkıyor. Örneğin arkadaşlarımızdan biri güneşte kalamıyor. Bulunduğu teknede çok iyi bir tente olması ve her daim güneşten korunması gerekiyor. Onunla beraber gelen diğer arkadaşı da birlikte seyahat etmek istiyor ve bu ikiliyi aynı tekneye yerleştiriyoruz. Sanırım tüm bu seyahatin en zor kısmı insanları teknelere dağıtmak. Toplantı giderek bir sohbete dönüşüyor, insanlar tanışıp sohbete başlıyor ve ilk anlardaki huzursuzluk ve bilinmeyene karşı duyulan endişe bulutları dağılıyor. Öyle sanıyorum ki katılan herkes İstanbul'a varıldığında kendine önemli bir şeyler katmış olacak, belki iyi bir dostluk, belki sarsılmaz bir öz güven, ve mutlaka unutulmaz anılar.


Yolculuğun bir gün öncesinde Mahir, Didim'den Gün's ü getiriyor. Anlattığına bakılırsa 25 knot hava ve çok büyük denizler aşmış geliş yolunda. Biz hemen gidip tekneyi görüyoruz, biraz dağınık ve bakımsız ama yapısı çok denizci bir tekne. İlk görüşte beğeniyorum ve bu teknede yelken basmak için sabırsızlanıyorum. Gün içinde market alışverişi, kumanya, ve gerekebileceğini düşündüğümüz bütün ihtiyaçları sağlayıp teknelere bölüştürüyoruz. Zaten birlikte yol yapılacak ve acil ihtiyaç durumlarında , telsiz ile haberleşme sağlanabilir. Tecrübesiz mürettebat ile yapılacak bir yol olduğu için de denizde birbirimizin görüş alanı içinde kalacağız. Güvenlik açısından önemli bu.  Her deniz yolculuğu ya da yarış öncesinde olduğu gibi yine bölük pörçük kötü bir uyku ile son geceyi geçiştiriyorum. Sabah buluşma saatimiz 06:30.


Günün ilk ışıklarıyla birlikte Yucca'dan ayrılıp Çeşme Marina'ya geliyoruz. Ekip saat 07:00 da hazır. Ada-Pupaadrenalin ve Gün's birbirinin peşi sıra marinadan ayrılıyoruz. İlk günkü hedef Cunda Adası. Yola koyulmadan önce teknelerin üzerinde bazı pratik ve mutlaka bilinmesi gereken bir kaç konuyu ekibe anlatıyor ve yelken basıyoruz. Yola çıktıktan yaklaşık üç saat sonra Ege hırçın yüzünü göstermeye başlıyor. Sakız Adası'nı geride bırakmaya hazırlanırken hava şiddetleniyor ve rüzgar saatte 20 knota kadar çıkıyor. Yan tekne ve biz havayı görünce Midilli'ye doğru yarışmaya başlıyoruz. Yarışmak artık bizim için bir refleks. Ada-Pupaadrenalin'de balon var ve hava günbatısından esmeye başlayınca, Mahir hemen cenovayı indirip balonu basıyor ve geniş apazla bizi zorluyor. Niyeti rüzgar altına doğru kaçıp süratlenmek. Midilli Adası iskele ön omuzlukta. Biz de balonsuz ve ağır bir tekne olmamıza rağmen hızlıyız. Gün's ü biraz daha orsalatarak hızımızdan biraz kaybediyor ama yolu kısaltıyoruz. Mahir'in tahmini bizim adaya yaklaştıkça rüzgarsız kalacağımız üzerine, O da rüzgaraltına düşerek mesafe kaybedecek ama sonra kendi teknesini orsalatarak bizim havasız kaldığımız anda farkı kapatarak bizi geçecek. Evdeki hesap çarşıya uymuyor. Midilli'yi ilk gören biz oluyoruz. Sertleşen havada ekipten bazıları çok çabuk ısınıp işin zevkini alıyor ve güvertede verdiğimiz işleri en iyi biçimde yapmaya çalışıyor. Bir kısım yeni denizci ise hafiften geriliyor ve kokpitte en güvenli buldukları yere oturuyor ve neler olduğunu anlamaya çalışıyor, ama kimse sükunetini ve sakinliğini kaybetmiyor. Yaklaşık iki saat sonra Midilli'deyiz . Çok güzel bir koy bulup demirliyoruz. Yanımızdan geçen Yunan sahil güvenlik teknesi bize hiç aldırmadan yoluna devam ediyor. Öğlen menüde deniz suyu ile haşlanmış ton balıklı makarna ve salata var. Tüm ekip iyi çalıştı ve iyi bir molayı hakketti. Yemek sırasında Volkan dalarak teknelerin karinalarına (teknenin su kesiminin altında kalan dış yüzeyi), dümen palalarına ve pervanelere bakıyor. Genel bir kontrol yapıyor. Midilli'nin masmavi sularında herkes serinliyor ve bir süre sonra demir alıp yola koyuluyoruz. Rüzgar şiddetini biraz azaltmış. Ekibin keyfi yerinde, ilk tedirgin saatler geride kalmış. Bunda sanırım teknedeki tecrübeli yelkencilerin payı var. Sert hava ve köpüren dalgalar karşısındaki sakinliğimiz, bırakın heyecanlanmayı bu durumdan zevk alıp, birbirimizle yarışmamız ekibin geri kalan kısmına iyi bir işaret ve moral oluyor. Bizim o halimizi görenler durumun kesinlikle kontrol altında olduğuna kanaat getiriyorlar.


Yola çıkmadan birkaç gün önce Murat ile birlikte orkinos için olta yaptırdık ve Çeşme'de balık işi ilgilenen arkadaşlardan çeşitli tüyolar aldık.  Balık nerelerde olur, avlanma saatleri nedir gibi çünkü Çeşme'ye inerken Midilli ve Sakız açıklarında sağımızdan solumuzdan atlayan orkinoslar görmüştük. Orkinos için gerekli düzeneği kurup oltamızı denize bıraktık ama yol boyunca gördüğümüz yunuslar yüzünden balık avlama işini başka bir zamana bırakmaya karar verdik. İhtimaldir oltaya bir yunus takılabilir. Risk almaya gerek yok. Akşama doğru hava düşüyor ve sakince Cunda'ya yaklaşıyoruz.


Cunda'ya denizden gidenler bilir. Adanın girişinde sağlı sollu sayısız şamandıra var. Denizcilikte bunlara çakar, kardinal gibi isimler de verilir. Bu işaretler karada trafik ışıklarının üstlendiği görevi üstlenirler. Değişik biçim ve renkleri vardır ve her şekil ve renk bir uyarıdır. Seyir yapan teknelere su altındaki tehlikeyi anlatırlar,  ve emniyetli geçiş için denizcileri uyarırlar. Cunda'nın girişi tehlikeli bir giriş. Su bir kanal etrafında çok sığ ve geçiş mümkün değil. Ancak çakarları iyi okursanız onlar sizi emniyetli bir şekilde Cunda'ya kadar götürecek. Kırmızı ve yeşil çakarları, iskele ve sancağımızda bırakarak yavaşça ilerliyoruz. Teknemizin hemen yanında çakarların dışında sadece ayak bileklerine kadar batmış insanlar balık tutuyor. Düşünün su o kadar sığ.


Olaysız bir şekilde Cunda'ya varıyoruz. Her zamanki gibi tekneye güvenli bir yer bulmak, sabaha kadar rahatça uyumamızı sağlayacak bir park yeri aramak ilk ödev.  Karaya yaklaşırken sahilden birileri el kol işaretleri ile bize bir şeyler anlatmaya çalışıyorlar. Sanırım tekneler için yer gösteriyorlar. Biz iki tekne arasına milimetrik bir kıçtan kara yapıyoruz ve bizden sonra sıra Ada-Pupaadrenalin'de. Söylemeden geçmeyelim ilk günün ikinci yarışını Mahir kazanıyor. Bu sportmenliğe yakışır bir sonuç ve aslında sanırım kimse İstanbul'a döndüğümüz zaman geçilmiş tekne ve ekip olmak istemediği için yarış işi Cunda'dan sonra tekrarlanmıyor, üstelik bu iş sessizce, hiç konuşma olmadan karara bağlanıyor. Tekneler güvenli bir şekilde yerlerini bulduktan sonra farkına varıyoruz ki herkes çok ama çok acıkmış. Kimse duş bile almayı düşünmüyor. Herkes sahildeki balık restoranlarına hücum ediyor. Ekip kalabalık ve tekne dışındaki zaman kendimize ait. O yüzden kimse kimseyi yemek ve devam programı için zorlamıyor. Herkes istediği yerde yeyip içiyor. Akşam yemekleri şüphesiz benim için gezinin en önemli parçası. Yolculuklarda insanlar birbirlerini daha iyi tanır derler, ve içki masasında. Bence ikisi de doğru. En zor ve en keyifli anlarda birlikte zaman geçirmek, az zamanda çok iş yapmak demek. Ekip birbirini tanıdıkça samimiyet artıyor. Her meslekten insan olması, konuları açıyor, muhabbeti koyulaştırıyor. İlerleyen saatlerde teknelere döndükten sonra pek kimsede hal kalmamış ama yine gece neferleri ile güvertede son içkilerimizi yudumlarken, geçirdiğimiz günü konuşuyor insanların duygularını öğrenmeye çalışıyorum. Denizde olmak onlara ne hissettirdi ? Bu işi sevdiler mi, zorlandılar mı, korktular mı, eğlendiler mi? Zaten lafı ortaya atar atmaz öyle bir sohbet açılıyor ki sabahın erken saatlerine kadar konuşuyoruz. Herkes yeni bireyler öğrenmek için adeta yarışıyor. Bu merak ve ilgi karşısında ben de heyecanlanıyor, bütün bilgi ve tecrübemi insanlarla paylaşmak ve yararlı olmak istiyorum. Ekibin bir kısmı kamaralarda, bir kısmı uyku tulumları içinde güvertede uyumayı seçmiş.


Gecenin sonunda genellikle olduğu gibi ayakta kalan son denizci benim. Biraz da kendimle konuşmam gerek. Son kadehimi içerken gecenin karanlığına karışıyorum. Başımın üzerinde yıldızlar, ayaklarımın altında ise bir başka sonsuzluk belli belirsiz bir devinim içinde beni kucaklıyor. Yarın neler olacak, deniz bize bilmediğimiz bir yönünü gösterecek mi ? Bizi bekleyen maceranın yazılmamış sayfaları ve daha yaşamadığımız anların heyecanı ve o anlara duyduğum karşı konulmaz istek. Hayatın kendisi de bundan başka bir şey değil gibi...