23 Ocak 2012 Pazartesi

Bu Macera Nasıl Başladı...


         Çocukluğumdan kalan en taze hatıralar hiç şüphe yok ki denizle ilgili olanlardır. Bizden sonraki kuşakların kısmen de olsa bildiği "yazlık ev" hepimize denizi ve denizle ilgili olan pek çok şeyi öğretmiş ve sevdirmiştir.  Bindokuzyüzyetmişli yılların İstanbul'u halen sayfiye mekanları ile çevrili, denizin şimdiki gibi yanıbaşımızda ve fakat uzak bir hayal olmadığı bir İstanbul'du. Yüzmeyi, balık tutmayı, kürek çekmeyi ve sonraki yıllarda yelken yapmayı neredeyse bir hayat biçimi haline getirmemiz biraz da bundandır.
Yazlık evimiz şimdilerde Tuzla Tersaneleri'nin ele geçirdiği Tuzla'nın Güzelyalı semtinde denize sıfır bir evdi. Eşin dostun teknesi ile balığa çıkılır Pavli'ye gidilir, mendirekteki deniz altı tarlasından midye ve istiridye toplanır ve afiyetle yenirdi. Zaman zaman babalar işteyken tekneler kaçırılır Mercan Yuvası'ndaki Ankara Mercan Klübü'nün kıyısına demirlenir ve bütün gün teknelerde ve denizde zaman geçirilirdi. Geceleri Merkez Bankası'nın dinlenme kampındaki yazlık sinemanın önüne kadar gelinir ve unutulmaz Türk filmleri izlenirdi.  Gece vakti ses çıkarıp etrafı rahatsız etmemek için de kürek çekilirdi. En unutulmaz anlar yakamozun bolca olduğu gecelerdi. Küreklerin yardığı sudaki ve omurganın bırtaktığı izdeki yakamozları seyretmek benim için samanyoluna bakmak  gibi birşeydi
Günlerden birgün babam işten eve gelip beni alıp, şehrin hiç bilmediğim uzak bir köşesine götürdü. Ayvansaray. İçinde bulunduğumuz nokta ise her  yanda ahşap teknelerin yapıldığı büyük bir imalat yeriydi. O zaman bana devasa bir yer gibi görünmüştü. Meğer babam orada çok meşhur bir ustaya bir tekne siparişi vermiş. Beşbuçuk metrelik bir sandal. Ayna kıç, fırınlanmış gürgen  ağacından. Çok sağlam, hafif ama ince yapısı ile çok denizci bir tekneydi. Adını da rahmetli annemden almıştı: Latife.  Teknenin yapımını hemen hergün oraya giderek izledik. Makbul olan mümkün olduğunca az çivi kullanmakmış. Ahşabı öylesine iyi kesip biçiyorlar ve birleştiriyorlar ki adeta hiç çivi kullanmaksızın birbiri ile öpüşen elemanlar, tahtanın suyu yediği zaman şişme payını da düşünecek olursak adeta birbirlerine kenetleniyorlar. Yaz sonuna doğru teknemiz hazır olduğunda Ayvansaray'dan Güzelyelı'ya ilk seferini yaptı. Tercih ettiğimiz motor bir dıştan takma Seagull oldu. Beşbuçuk metre bir sandal ve beşbuçuk beygir gücünde bir Seagull. Uzun şaftı sayesinde lodos fırtınalarında bizi iri dalgalardan güvenle çıkardı. Anıları bir kitap dolduracak kadar taze ve zengindir.
Denizle iç içe yürüyen bu hayatta yelken dünyasından ayrı kalmak neredeyse imkansızdır. Denizin büyüsü ve sonsuz dünyasıyla tanıştıktan sonra vedalaşmak olacak bir iş değildir. Denize bağlandıkça o da size cömertliğini gösterir. Kimi zaman bereketi ile ağlarınızı doldurur, kimi zaman rüzgarını esirgemeden size sunar. Uzak diyarlar keşfetmenize olanak sağlar. Kimi zaman fırtınaları ile sizi sınar. Fırtınalı bir denizden paçayı kurtarmış bir insanın özgüven konusunda önemli bir yol katettiği muhakkaktır. Deniz ve denizlerde olmak, insanın kendini tanımasında bile önemli bir rol oynar.
Birgün balıkıtan dönmüş akşam yemeği için hazırlanırken babamın çok eski arkadaşlarından biri çoluk çocuk bir baskın yaptılar. Oldukça eski arkadaşlar sıcak bir şekilde karşılandı laf lafı açtı. Sonunda muhabbet gelip bize yani çocuklara ve bizlerin kişisel gelişimleri gibi konulara kilitlendi. Çocuklar o sene kış sezonunda başlayacak olan bir yelken kursuna katılacaklarmış. Kursu düzenleyen İstanbul Yelken Klübü, kışlık evimize çok yakın bir yerdeydi. Bana da sordular ister miyim diye. Hiç tereddütsüz istedim ve yelkencilik kariyerim bir anlamda masa başında başlamış oldu. Bütün kış boyunca aldığımız teknik bilgi ve formasyon zaten denizden uzak olmayan hayatıma daha derin ve bilgi ile bezenmiş bir kapı açtı. Tek sorun baharın bir  türlü gelmek bilmeyişiydi. Zevkli ama uzun bir teknik eğitimden sonra nihayet bir Mayıs günü optimistlerle denize açıldık. Yekeyi tutup, iskotayı çekerek yelkeni rüzgarla doldurup, apaz kontra Moda Burnu'na doğru hareket ettiğim an sanki bugün gibi aklımda. Yelkene duyduğum aşkın gerçek anlamda start aldığı an odur.
Rota İzmir'in turuncu boyalı ahşap optimistleri ve branda yelkenleri ile geçen kursiyerlik yazındaki tek hayalim, sezon sonunda yapılacak olan yarışlarda dereceye girerek lisanlı bir yelken sporcusu ve yarışçısı olmaktı. Sezon sonundaki yarışta ilk üçe girerek yarışçılığa adım attım ve yıllar boyunca klübüm adına yarıştım. İtiraf etmek gerekirse denizde duyduğum heyecan ve o zamana göre kurt yelkencilerle aynı sınıfta yarışmak fazla bir derece yapmama engel oldu. Derece yapmak ve kupalar almak tabi ki çok önemliydi ama en önemlisi deniz üzerinde olmaktı. İlerleyen yıllarda iki kişilik teknelerde ekip olarak yarışmaya başladık. Sırası ile Cadet ve 470 sınıflarında yarıştım. Trapez yapmak, kendini çarmıh tellerine asarak teknenin dışına taşmak, balon basmak, kavança  atmak eğlencemizin birer parçasıydı. Start hattında iyi bir yer kapmak için verilen mücadele, protesto bayrakları, fodepara düşmemek için harcanan çaba ve beş dakika bayrağı çekildiği anda pompalanan adrenalin ilk hatırladıklarım.
Zamanın en önemli yelkenci ailesi Kalkış'lardan, İbrahim Kalkış Türkiye'nin ilk sörf yarışçılarındandır. Hafızam beni yanıltmıyorsa Mistral'in M1 adlı sörfü ile yarışmaya başlamış ve bana da sörf sınıfında yarışmam için teklifte bulunmuştu. O zaman dümensiz bir teknede yarışmak fikri biraz anlaşılmaz gelmiş ve sörfle ilgilenmemiştim. Sonraki yıllarda halen sürdürmekte olduğum rüzgar sörfü işine de başladım. Benim için hala yelkenli bir teknede olmanın verdiği hazdan uzaktır ama ne olursa olsun denizde olmak, doğayla mücadele etmek, rüzgarın gücü ile bir noktadan diğerine varmak tarifsiz bir güzelliktir.
Zamanında hepimizin başına bela olmuş ve halen de genç insanların başında olan üniversite seçme sınavları ve ailelerin çocukları için duydukları yoğun kariyer endişesinden nasibini almış biri olarak liseyi bitirmeme yakın yıllarda çok sevdiğim yelken sporundan zorunlu olarak ayrı kaldım. Belirtmeliyim ki bu esaretin sınavlara pozitif bir katkısı da pek olmadı. İlk sene girdiğim üniversite sınavında başarısızlık umuyorum benden çok aileme bir ders olmuştur. Çocuğun hayat damarlarından birini keserseniz sağlıklı düşünemez, sağlıklı davranamaz. Bizler bu işleri yaşayarak zor yoldan öğrendik. Aldığımız ders umuyorum ki kendi çocuklarımızda aynı hataları yapmamızı engelleyecektir.  Kulüpten, yelkenden, arkadaşlardan uzak kalmak beni o yıllarda sanki öldürdü. İki yıl sonra klübe döndüğümde garip bir şekilde kendimi çok uzak ve yabancı hissetmiştim. Derken üniversite yılları salon sporları ve yeni arkadaşlıklarla örgülenen hayat klüpten ve yarışçılıktan uzak kalmama neden oldu.  Ancak yazlık hayatı kısmen de olsa devam ediyordu. Güzelyalı'da şans eseri birkaç evde yelkenli tekneler vardı. Bir adet Pirat ve bir adet Snipe. Sahipleri ile uzun zamandır arkadaştık ve klüpten uzak geçen yıllarda bu teknelerle hemen hergün denize çıktık ve yelkenciliği bir şekilde devam ettirdik.
Üniversiteden sonra yüksek lisans eğitimi için Amerika Birleşik Devletleri'ne gittim. Okul seçerken ilk kriterim denize kıyısı olan bir şehir olması ve tabi iklimin de denize çıkmaya uygun bir iklim olmasıydı. San Diego bu için biçilmiş kaftandı ve seçimimi bu yönde yaptım. İlk dört ay boyunca yanlarında yaşadığım ailenin Cinco di Mayo adlı bir yatı vardı ve gereken samimiyeti kurduktan sonra hemen her hafta sonu denize açılıp yelken bastık. Mission Bay 'de demirli olan tekne ile Coronada Adası'ndaki Amerikan donanmasının en büyük üslerinden birine kadar gittik. Orada denizaltıları, savaş gemilerini gördük. America's Cup'ın San Diego'da düzenlendiği yıllarda okyanusa açılıp bu muhteşem yarış makinelerinin su üzerindeki inanılmaz seyirlerine tanıklık ettik. Bir gün Mission Bay'de voltalarken nerdeyse hiç esmeyen hava ile efsanevi Stars and Stripes'ın yanımızdan sadece ana yelkenle nasıl süzülüp gittiğine hayretler içinde şahit olduk. Zaman zaman kiraladığımız katamaranlarla okyanusa yelken açıp dev dalgalarla boğuştuk.
America's Cup'ın San Diego'da düzenlendiği bir yıl, katılımcı teknelerin şehre gelişlerini bir  bir izledim. İspanyol ve Fransız teknelerini çekek yerine kadar takip edip bu muhteşem yarışçıları karada bile uzun uzun seyrettim. Değişmeyen tek şey çekek yerlerindeki kokuydu.  Raspalanan ahşaptan çıkan talaş kokusu, kalafat edilen teknelerden gelen macun kokusu, vernik kokusu. O zamanlar uzak bir ülkede yirmili yaşlarının başlarında bir genç adam  kimbilir belki de çocukluğunda İstanbul Yelken Klübü'nde geçirdiği yılların, kurduğu hayallerin peşinden koşmaya devam ediyordu.  Kimbilir belki de , o çekek yerinde, o teknelere bakarken, çocukluğuna ve kendine dair herşeye her zamankinden daha yakında duruyordu.

8 yorum:

  1. Bu fontta okumak cok sinir bozucu :( degistirseniz ya..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aslında ben de aynısını düşündüm ama bu el yazısı gibi , bana formal yazı fontlarından daha samimi hissettirdi... Öneri için teşekkürler yine de :)

      Sil
    2. Kenan Hocam,
      Yazi da, yazi karateri de bence super. Bu yazi karaterleri yaziya cok samimi bir hava katmis.

      Sil
  2. İçten Bir Yazı olmuş. deniz ve sahilin, dalga ve kayalıkların benim içimdede yeri ayrıdır.. içerisinde deniz ve kumsallarında geçtiği besteler bekliyoruz.. yeni albünüzdede iyi şanslar

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. çok teşekkürler, bizim yaş gurubu sanırım sahilden çok uzakta yaşayanlar dışında şimdiki çocuklara göre denize daha yakın büyüdü. bu aslında paylaştığımız ortak noktalardan biri. yeni albümümüz renk köründe tematik şarkılar var tabi ama özellikle bunun için yazılmış bir yok. bundan sonraki albümlerde mutlaka olur :) ilginize teşekkür ederim

      Sil
  3. kıskandım diyebilirim tamda rüzgarların merkezi, keyifle yelken yapılabilecek bir coğrafyada yaşarken iş güç koşturmasından bir türlü fırsat yaratamamak....yazın ders olsun bana Kenannnnn.

    YanıtlaSil
  4. Ben yıllar sonra işin ucundan tuttum. hem yelkenci yetiştiriyor hem de onları yarıştırıyoruz. Elimde olsa senenin yarısını teknede geçirebilirim. şu iş başladığından beri beden ve ruh sağlığıma kavuştum :)

    YanıtlaSil
  5. icimden acayip duygular gecti; Deniz ve Muzik...

    Once sakin ve guneşli bir deniz var, saat tam 12 ve guneş denizin ustune sanki kucak dolusu elmas serpmiş [akustik gitar ya da "ihtimaller denizi"nin acilişindaki ninni...]

    Sonra bulutlar gelir, kopukler isyan eder ve dalgalar sesini yukseltir [akustikten elektrogitara adim adim bir geciş...]

    Sonra firtina başlar, guclu, kizgin ve ofkeli. [artik butun sert enstrumanlar tam gucu ile calar; "Kafile" gibi; dunyanin en korkak insanini savaşa gondercek kadar enerji dolu...]

    ve firtina biter, bulutlar beyaz olur tekrar ve mavi gokyuzu kendini gosterir. [elektrogitar yavaşca yerini denizcinin akustik gitarine verir, "Son Veda"nin sonlari gibi. sahile yaklaştikca, sahilde bekleyenlerin piyanosu da eşlik etmeye başlar bu akustik gitara.]

    Denizci: "Gidişlerim geri donmek icin..."

    YanıtlaSil