13 Temmuz 2012 Cuma

Yeni Maceralara Doğru

Aradan geçen süre içinde teknemiz Ada-Pupaadrenalin 2012 yaz sezonuna hazırlandı. Yenilenmiş donanımı ile katıldığı yarışlarda yine dereceler yaptı. Bugün sezonun en önemli yarışlarından, yelkencilerin deyimi ile "Aşağı Yarışı" start alıyor.

İstanbul-Çeşme ve Çeşme-Bodrum etapları koşulaşacak. Bu sene yarıştan sonra Ada'ya iki tekne daha katılacak ve Bodrum'dan Çeşme'ye Yunan Adaları'nı kapsayan bir Advaenture Tour düzenlenecek.

Denizler hikayelerini ve kahramanlarını yaratmaya devam ediyor.

Yakında görüşmek üzere...

2 Mayıs 2012 Çarşamba

Bilmek Öğrenmek Gerek, Bölüm 7

T
Tam Arma: Baş ıstralyanın direk tepesine bağlı olduğu arma türü. Teknenin mümkün olan en büyük yelken alanıyla seyir yaptığı durum için de kullanılır.
Toka: Bir cismi istenilen yere çıkarmak, örneğin bayrağı toka etmek.
Tonoz: Denize demir veya zincir döşeyerek oluşturulmuş, su yüzüne çıkan ucuna tekne bağlamak için kullanılabilecek şamandıra bağlı sistem.
Tornistan: Teknenin geriye hareketi. Bu terim teknenin motorlarına geri yol vererek ya da yelkenleri faça ederek geri gitmesidir.
Tramola Etmek: Bir yelkenli teknenin rüzgarı diğer taraftan (kontradan) kullanmak için rüzgarüstüne doğru dönme manevrası.
Trim Etmek:  Yelkenlerin rüzgardan eniyi yararlanacak şekilde yaka gerginliklerinin, torunun (doluluğunun) ve bükümünün ayarlanması.

U
Uskuna (Schooner):  İki veya daha fazla direkli sübye armalı tekne tipi. Uskuna armalı teknede ön direk kısa, arka direk uzundur. Arka direk ana direktir.
Usturmaça:  Teknelerin iskeleye veya birbirlerine bağlanırken zarar görmemeleri için aralarına konan plastik ve sentetik maddeden yapılmış, silindir veya balon şeklinde yastıklar. Bazı teknelerde aynı amaçla araçları eski dış lastikleri de kullanılır.

V
Varda: "Sakın", "kendini kolla", "kaçın" anlamında uyarı komutu.
Vardavela: İndirilmiş yelkenlerin veya teknede bulunan kişilerin denize düşmelerini engellemek amacıyla güvertenin dış kenarı boyunca döşenmiş dikme teller.
Varyasyon (Doğal Sapma): Gözlemcinin durduğu noktadan manyetik kutup ile gerçek kutup kerterizleri arasındaki açı farkı.
Vira Etmek: Halatı çekmek veya yükseltmek için verilen komut.
Viya: İstenilen rotaya gelindiğinde dümenin bu rotada tutulması için verilen komut.
Volta Etmek: Bir halatı koçboynuzu veya bir babaya dolayarak sabitlemek.

Y
Yeke: Teknenin dümenini döndürmek için dümen mili başına takılan yatay kol, çubuk veya düzenek.

Amatör Denizci El Kitabı'ndan aldığım, denizde tekne üzerindeyken kullanılan terimler sözlüğü nihayet tamamlandı.


Denizlerde gerek hareketli deniz araçlarının birbirleri ile gerek sabit kara istasyonları ile tekneler arasında ve gerekse tehlike hallerinde deniz ve hava araçları arasındaki iletişimi kurmak için kullandığımız en yaygın haberleşme cihazları VHF (very high frequency) telsizleridir.


VHF telsiz telefonunun bütün gemilerde, bütün ticari yatlarda ve on iki den fazla kişi ile seyre çıkan özel tekne ve yatlarda bulundurulması zorunludur. VHF telsiz telefon kullanmak zorunda olan bütün deniz araçlarında "Kısa Mesafe Telsiz Operatörü Yeterlik Belgesi" ne sahip bir deniz adamının da bulunması mecburidir.

Haberleşmelerde gerektiğinde çağrı işaretleri  ve tekne isimleri fonetik alfabe kullanılarak yapılır. Aşağıda uluslararası sularda kullanılan fonetik alfabe görülmektedir.


A: Alfa
B: Bravo
C: Charlie
D: Delta
E: Echo
F: Foxtrot
G: Golf
H: Hotel
I: India
J: Juliet
K: Kilo
L: Lima
M: Mike
N: November
O: Oscar
P: Papa
R: Romeo
S: Sierra
T:Tango
U:Uniform
V: Victor
W: Whiskey
Y: Yankee
Z: Zulu

2 Nisan 2012 Pazartesi

Bilmek, Öğrenmek Gerek Bölüm 6

P
Palamar Halatı: Bir tekneyi iskeleye, rıhtıma veya başka bir yere bağlamak için kullanılan halatların genel adı.
Praçol / Paraçol: İki ahşap parçanın birleştikleri noktada, sağlamlaştırmak amacıyla, parçalara dik bir açı yapacak şekilde araya konulan üçgen şeklinde ahşap veya metal parça.
Parakete: Bir teknenin süratini veya belirli bir sürede kat ettiği yolu ölçmek için kullanılan alet.
Parima (Baş İpi): Bir tekneyi iskeleye geçici bağlamak için veya servis botunu suda çekmek için kullanılan kısa halat.
Ponton: Tekne bağlamakta kullanılan yüzer iskele.
Portolon: Büyük ölçekli ve ayrıntıların net olarak belirtildiği deniz haritaları.
Portuç: Alet, boya gibi şeylerin saklanması için kullanılan teknenin başında veya kıçında bulunan dolap.
Posta /Kaburga / Eğri:  Teknenin omurgasından yan kısmına kadar uzanan, teknenin gövdesini ve iskeletini oluşturan tahta parçalar.
Pruva: Teknenin baş tarafının ötesinde ufuk yönündeki alan.
Pupa:  Teknenin arka kısmının yani kıçının gerisinde ufuk yönündeki alan.
Pupa Feneri: Gece seyrinde teknenin kıçında bulunması zorunlu olan seyir feneri.
Pupa Palangası: Bumba üzerindeki bir noktadan direğin dibine uzanan ve bumbayı aşağı doğru bastırarak daha düz bir yelken alanı elde edilmesini sağlayan palanga.
Pupa Seyri: Rüzgarı tam arkadan veya bu yönün bir kaç kerte yanından alarak yapılan seyir.
Pusula Kartı: Pusula ibresinin üzerine oturtulmuş derece veya kerte taksimatı bulunan kart.

R
Radanza /Radansa: Daire veya kalp şeklinde, genelde demir veya alüminyumdan yapılan, etrafına halat sarılarak kasa yapılan parça.
Roda (Kangal) Etmek: Boştaki halatların halka şeklinde sarılarak bulundurulması.
Rüzgaraltı: Teknenin veya başka bir şeyin, rüzgardan uzakta kalan tarafı.
Rüzgarüstü: Rüzgarın geldiği taraf. Rüzgaraltı tarafının tersi.

S
Sahile Düşmek: Teknenin dalga, rüzgar veya akıntı etkisiyle tehlikeli duruma girecek kadar sahile yaklaşması.
Sağanak: Normal rüzgar şiddetinin üzerinde esen kısa süreli rüzgar. Bu rüzgar deniz üzerinde ilerlerken arkasında uzaktan görülebilen bir kırışıklık bırakır.
Salpa: Demir alınırken halatın son bir çekilişi ile çapanın dipten kurtulduğu an.
Sancak: Kıçtan başa doğru bakıldığında teknenin sağ tarafı.
Savlo: Teknede normal halatların kalın geleceği bir çok yerde kullanılan ince halat.
Selviçeler (Hareketli Donanım): Yelkenli teknelerde yelkenleri basıp indirmek veya trim etmek için kullanılan halatların tamamı.
Seren: Bir tekne direğini yatay veya çapraz olarak kesen ve üzerine yelken gerilen büyük tahta veya metal çubuk.
Silyon Feneri: Teknenin baş-kıç orta hattı üzerine konulan ve 225 derelik bir ufuk yayı üzerinde kesiksiz bir beyaz ışık gösteren fener.
Sintine: Tekne tabanının, omurganın iki yanında yer alan neredeyse düz kısmı. Teknenin en alt kısmı olması nedeni ile teknedeki tüm su sintinede birikir.
Sloop (Şalupa): Tek direkli, bir ana ve bir ön yelkeni olan sübye armalı tekne.
Solas: Uluslararası Denizde Can Emniyeti Sözleşmesi. (Safety of Life At Sea)
Solugan: Ölü dalga. Fırtına etkisini kaybettikten sonra veya uzakta devam eden fırtına etkisiyle gelen iri dalgalar.
Sübye Arma: Flok dışında, yelkenlerin ön yakalarının direk veya ıstralyalara, alt yakalarının bumbaya sabitlendiği ve arka yakalarının bu bumba ile sancak veya iskeleye açıldığı arma biçimi. Bazı teknelerde bumbalı flok dahi bulunur.

Ş
Şamandıra: Kanal, sığlık gibi denizcilerin haberdar edilmesi gereken noktaları, yarışta rotaları belirlemek için kullanılan yüzer işaret.

16 Mart 2012 Cuma

2011 Çeşme -İstanbul, 2. Etap

2011 Aşağı yarışından sonra Ada-Pupaadrenalin'in İstanbul'a dönüş macerasının ilk ayağı olan Çeşme - Cunda etabını geçen blogda sizlerle paylaşmıştım. Şimdi kaldığım yerden devam ediyorum. Bu bölüm Cunda - Bozcaada etabını anlatacak.


İstanbul'dan Çeşme için çıktığımız yol boyunca ve günler sonra ilk defa teknede rahat ve deliksiz bir uyku çekiyorum. İçim artık daha rahat. Hayatlarında ilk kez karşılaşan farklı yaş ve iş guruplarından gelen insanlar artık teknedeler ve birlikte bir iş yapıyorlar. Bir gün içinde denizde bu yabancı insanların bir ekip olmaya başladıklarını görmek beni heyecanlandırıyor ve umutlandırıyor. Unutmamak gerek böyle bir teknede ve deniz üzerinde sizi güvenle hedefe götürecek en önemli etken iyi bir ekip olmaktan geçer. Biz bunu çok kısa bir sürede hayata geçirmeyi başarıyoruz. Bu gezideki amacımız insanlara hem yelken sporunu sevdirmek hem de kişisel ve takım olarak bu insanları geliştirmek. İlk günkü kuvvetli hava ve büyük denizleri aşarak hedefe ulaşmak şüphesiz amaçlarımıza bizleri yaklaştırdı. O yüzden bugün yeni yelkenciler daha çok çalışıp daha çok sorumluluk alacaklar. Bizlerinse biraz daha geride durmamızın zamanı yavaş yavaş geliyor.

Daha önce de belirtmiştim, teknede hayat erken başlıyor. Hem sabah erken saatlerde deniz ve hava şartları daha rahat bir seyir sağlıyor hem de günü daha efektif kullandığımızı düşünüyoruz. Uzun bir yolun ardından varış noktamızda karanlık çökmeden biraz zaman geçirmek istiyoruz. Yolda vereceğimiz molalar da cabası. Mahir ve Volkan Ada-Pupaadrenalin'de Murat ve ben de Gün's'de yine çok erken saatte ayaktayız. Yola çıkmak için hazırlanırken mürettebat da birer ikişer uyanıyorlar. Bir gün öncesine göre herkes güne daha erken başlıyor. Deniz kendi kurallarını ve düzenini sessiz sedasız mürettebata öğretiyor.

Teknede her iş dönüşümlü olarak yapılıyor. Mutfak işleri de buna dahil ve bir gün önce mutfağa girmeyen iki kişi kahvaltı için kolları sıvıyor. Malum Ege'deyiz ve kahvaltı da zeytini, zeytinyağı, yöresel peynirleri, dağ ve limon kekikleri ve domates ve biberiyle tam bir Ege kahvaltısı. İmkanların elverdiği ölçüde tabi. Öte yandan midelerimizi de çok fazla doldurmak istemiyoruz çünkü az sonra yelkenler basılacak ve herkes çalışmaya başlayacak. Kahvaltıda önceki günün muhasebesi yapılıyor, seyir hakkında konuşuluyor. İlk günden sonra ekiptekiler merak ettikleri ne varsa soruyorlar ve biz de cevaplıyoruz. Ardından bugünkü rota konuşuluyor, ana hatlarıyla günün planı yapılıyor, herkes bir gün öncekinden farklı mevkilerde görevlendiriliyorlar. Ekibe yeni görev yerleri ile ilgili kısa bilgiler veriliyor, işleyiş ve donanım hakkında bilgilendiriliyorlar. Yan teknede de durum aynı ve artık rüzgar bekliyoruz. Erken saatler geçtikten sonra öğlene doğru hava hafif hafif esmeye başlıyor ve yelkenler fora...

Saatler ilerledikçe ısı artıyor, gündoğusu ve karayel arası esen rüzgar bize sorunsuz bir orsa seyrini garanti ediyor. Önce iskele kontra Yunan karasularına doğru seyredip ardından bir tramola ile kuzey doğuya doğru tırmanmaya devam ediyoruz. Kuvvetini arttıran rüzgar ve orsa seyrinin mücadele gerektiren doğası ekibi yoruyor ve hepimiz iyi bir molayı hak ettiğimizi düşünüyoruz. Edremit Körfezi'ni sancağımızda bırakıp Zeus'un meraklı bakışları altında Kaz Dağları'nın büyülü ve mitoloji kokan eteklerinden süzülüp Assos'a varıyoruz. Öğlen molası için demir attığımız yer Behramkale. Ekipten birkaç kişi minik filikamıza atlayıp karaya çıkıyor, diğerleri ise teknelerde. Kimi kendini Assos'un serin sularına bırakıyor, kimi buz gibi birasını yudumluyor, kimisi de öğlen yemeği için mutfağa giriyor. İki saatlik moladan sonra tekrar yola koyuluyor ve Bozcaada'ya doğru dümen tutuyoruz.

Yol boyunca orkinoslar ve yunuslar geleneği bozmuyorlar ve bize eşlik ediyorlar. İki tekne güneş batarken birbirinin peşi sıra Bozcaada'ya varıyor. Doğa bütün güzelliklerini esirgemeden sunuyor bizlere. Akşama doğru masmavi gökyüzü adeta kabuk değiştiriyor, pembeden turuncuya ve oradan da laciverde dönüyor, içimizdeki bütün olumsuz duyguları hüzünlü bir tebessüme dönüştürerek.

İlkin Gün's kıçtan kara yanaşıyor. İki tekne yanımızda ise Ada-Pupaadrenalin var. Sezonun tam göbeğinde olduğumuz için yanaştığımız limanlarda yer bulmak bir hayli güç ama ittire kaktıra da olsa dikkati elden bırakmayıp, yanımızdaki teknelerin mürettebatlarının da yardımı ile kimseye zarar vermeden karaya bağlanıyoruz. Kara hayatı değişmiyor, herkes hızlıca duşunu alıyor, üst baş değişiyor ve aç kurtlar gibi restoranlar bölgesine doğru taaruza geçiliyor. Ege'nin sunduğu onca güzellik içinde beni en çok ilgilendiren hiç şüphesiz yemek kültürü ve zengin mutfağı. Salatalar, zeytinyağlılar, deniz ürünleri derken son günlerin en güzel yemeğini burada yiyoruz. Yemekten sonra kimisi tekneye dönüp huzur buluyor, kimisi yol üzerindeki barlardan birine takılıp sosyalleşiyor, biz ise Murat ile ertesi gün için gereken alış-verişi yapıyor ve elimizdeki poşetlerle yolda bir bira molası veriyoruz. Günün tortusu üzerimizde tekneye dönüp uykudan önce hala uyanık olanlarla günün değerlendirmesini yapıyoruz. İnsanların gözlerinde gördüğüm mutluluk, heyecan, bütün yorgunluğumu unutturuyor. Öyle hissediyorum ki burada kurduğumuz dostluk çerçevesinde Ada-Pupaadrenalin'in yeni yarış ekibinin temelleri de çok sağlam bir şekilde atılıyor. Denizlerdeki ritüelimi bozmaya hiç niyetim yok. Herkesi uyuduktan sonra günün son keyif sigarasını tüttürüyorum. Gelecek kaygılarımdan arınıyorum. Şimdi sadece hayallerim ve ben varız. Gökyüzü, havada asılı duran yıldızlar ve o büyüklük bana ne kadar küçük ve önemsiz olduğumu düşündürüyor. Buna rağmen evrenin de ben olmadan biraz eksik kalacağına inanmak istiyorum.

Aklımda Ataol Behramoğlu'nun dizeleri: 
İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne,
Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa,bir çocuğa
Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
Kopmaz kökler salmaktır oraya

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın,ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana






12 Mart 2012 Pazartesi

Bilmek Öğrenmek Gerek, Bölüm 5

M
Makara: Ortasında dönen bir disk bulunan metal veya tahtadan yapılmış, tekne donanım halatlarının yönünü değiştirmek veya bir palanga içinde kullanıldığında mekanik yükü azaltmak amacıyla kullanılan parça.
Mandar: Direğin tepesinden tek bir tur yaparak aşağıya inen ve direk tepesine bir şey basmaya yarayan halat. Bu halatın içinden geçtiği ve direk tepesinde bulunan makaraya da mandar denir.
Manika:  Güverteden hava akımını yakalayıp tekne içine yönlendiren, dik açıyla bükülmüş bir boruryu andıran, ağzı çanak gibi açık havalandırma düzeneği.
Mapa: Bir makara veya palangayı oynar şekilde takmak için ihtiyaca göre teknenin muhtelif yerlerine yerleştirilen, sağlam bağlanmış, bağlandığı yüzeye dik duran, sabit madeni halka.
Matafyon: Halatların içinden geçmesi veya bağlanması için yelkene veya tenteye açılan ve aşınmayı önlemek amacıyla içine madeni veya plastik bir halka yerleştirilmiş delik. Ana yelkenin orsa yakasını geren ön köşenin yaklaşık bir karış üzerindeki matafyona kaningam denir.
Mayna Etmek: Bir yükün indirilmesi, aşağıya doğru yavaşça bırakılması.
Mezevolta: Bir halatın bir yere dolandıktan sonra kendi bedeni üzerine bir kez dolanarak atılan basit bağ.
Mizana: İki veya üç direkli teknelerde arkada bulunan direk.

N
Neta Etmek: Dağınık veya bir yeri tertip ve düzene sokmak. Bir engele dokunmadan açık geçmek.

O
Omurga: Teknenin en altında bulunan, tüm boyunca uzanan kütük benzeri ahşap parça, metal teknelerde aynı işi gören demir plaka. Bir tekne omurgasından başlayarak kurulur.
Orsa Seyri:  Rüzgarla mümkün olan en dar açıyı yapacak şekilde, rüzgarın geldiği yöne yapılan seyir.
Omuzluk: Teknenin baş ve kıçında 45 derecelik açı cıvarındaki istikamet.


Ö
Ölü Bölge: Yelkenli bir tekne rüzgarla 45 dereceden daha az bir açı yaparsa teorik olarak yelkenleri dolduramaz ve yelken kuvvetiyle gidemez. Rüzgar geliş yönünün her iki tarafında kalan 45 er derecelik yani toplam 90 derecelik bölgeye ölü ya da yelken yapılamayan bölge denir.




10 Mart 2012 Cumartesi

Bilmek Öğrenmek Gerek, Bölüm 4

K
Kabasorta (Seren) Arma: Ana itici gücü oluşturan yelkenlerin, direğe dik açı yapan serenlere çekildiği yelken düzenlemesi.
Kalafat: Ahşap tekneleri su sızdırmaz hale getirmek için armozlara kendir veya pamuk üstüpü sıkıştırarak yapılan işlem.
Kaloma: Çapanın zemine daha iyi gömülmesini sağlamak amacıyla bağlı olduğu zincir vaya halata verilen uzatma payı.
Karina: Teknelerin su kesimlerinin altında bulunan dış kısımları.
Kasa: Herhangi bir halat ucunda halatı oluşturan kolların örülmesi ile veya iki uç üzerinden ince bir halat sarılarak yapılan halka.
Kasara:  Güverte üzerinde yükselen dikdörtgen biçiminde kamara. Teknenin başında veya kıçında güverteden yükselen bölümlere de denir; baş kasara, kıç kasara gibi.
Kavança (Boci Tramola): Yelkenli teknenin kontra değiştirerek rüzgaraltına dönüş manevrası.
Kazboynu: Bumba veya gizin direğe bağlandığı uç.
Kemere: Teknenin en geniş yeri. Teknenin ortasından geçen ve baş-kıç doğrultusuna (omurgasına) dik olan hatta kemere denir. Kemere yön belirtmek için kullanılır.
Kerte: Dairenin 32 de biri olan 11 derece 15 dakikalık açı.
Kerteriz:  Herhangi bir maddenin bir tekneden olan yönünü ölçmek.
Kerye: Halatın ucuna kasa yapmak veya iki halatı birleştirmek için bir çeşit cıvatalı kilit.
Kesirli Arma: Baş ıstralyanın direğin tepesine değil de daha aşağıda bir noktasına bağlı olduğu arma tipi.
Kıç:  Teknenin en arka kısmı.
Kıç Istralya:  Direklerin öne doğru yatmalarını engelleyen, direk başından teknenin kıçına doğru inen halat veya tel.
Kıçtan Kara: Teknenin kıçının sahile dik gelecek şekilde bir iskeleye yanaşması veya yaklaşması, oturtulması.
Knot:  Denizcilikte hız birimi. Knot bir saatte katedilen mesafeyi deniz mili olarak belirtir ve not olarak okunur.
Koçboynuzu: Teknenin çeşitli yerlerine halat volta etmek için  konulmuş iki kolu olan ahşap veya metal parça.
Kol: Bir teknenin rüzgara karşı giderken iki tramola arasında kat ettiği yol için kullanılan terim.
Kontra: Rüzgarı teknenin bir yanından alarak seyir edilen kol; sancak kontra, iskele kontra gibi.
Köre Düşmek: Yelkenli bir teknenin geçici bir süre rüzgarsız kalması.
Kuru Direk: Şiddetli rüzgar nedeni ile tüm yelkenlerin indirilip seyirde sadece direklerle kalınması.
Kurtağzı: Tekneye iskeleden veya başka bir tekneden gelen halatı babaya veya koçboynuzuna yönlendirmek için kullanılan sabit parça.
Küpeşte: Posta başlarını tekne boyunca bağlayan kuşak, güvertenin en dışta bulunan tahtası.

L
Laçka / Laşka Etmek: Bir halatı istenilen miktar kadar rahatça gitmesi için serbest bırakmak.
Lava Etmek: Bir halatın boşunun alınması, çekilmesi.
Liftin / Dönger: Herhangi bir arma parçasının boy ve gerginliğinin ayarlamak için kullanılan kalın civata benzeri parça.
Lumboz / Lumbuz: Bir metal çerçeve ile bunun üzerine sıkıca kapanacak şekilde yapılmış camlı bir kapaktan oluşan, teknenin bordasına veya kamara kenarlarına, içeri hava ve ışık girmesi için açılmış delik.


1 Mart 2012 Perşembe

2011 Çeşme - İstanbul, 1.inci Etap

2011 Temmuz ayında koşulan İstanbul - Çeşme yarışı hikayemi daha önce sizlerle paylaşmıştım.  Bu yazıda Çeşme-İstanbul arası katettiğimiz geri dönüş yolunu yazacağım ve bu ilk bölüm Çeşme-Cunda Adası etabı. Çeşme'de geçirdiğimiz bir kaç güzel günden sonra teknemiz Ada-Pupaadrenalin ve ekibini İstanbul'a geri getirmemiz gerekti. Bunu geldiğimiz yolu geri dönmek zorunda olduğumuz bir yolcuktan öteye taşımak, kıştan beri aklımızda olan bir programdı. Birçok farklı fikir arasından bir seçim yaptık sonunda ve geri dönüş yolculuğumuzda böyle bir tekne ile ilk defa yola çıkacak insanlar bularak bu dört gün boyunca onlara denizi ve yelken sporunu öğretmek en azından nasıl hissedeceklerini anlayabilecekleri bir imkan sunmak konusunda fikir birliğine vardık.

Bir yelkenli tekne ile ilk kez yol yapacak ve hatırı sayılır bir yol yapacak insan bulmak kolay olacak mıydı ? Bu sorunun cevabı hemen geldi. Eşe dosta, arkadaşlara haber salındı ve tahminlerimizin tersine o kadar çok talep oldu ki, sonunda bir tekneye daha ihtiyacımız olduğunu anladık. Yarış ekibinin bir kısmı Çeşme'de yarış bitiminde tekneden ayrıldı. Onların yerine mürettebat bulmak ve fazla mürettebat için de ikinci bir tekne bulmak durumları ortaya çıkınca biz de kolları sıvadık. Tekneden ayrılan yarış ekibi ve Çeşme -İstanbul etabını yapmak için başvuran insanların sayılarının toplamı sonucu bize on altı kişilik bir ekip olduğumuzu gösterdi. 36 feetlik teknemizde biz sekiz kişi çok rahat yolculuk yapıyoruz. Geri kalan sekiz kişi için de en az bizim tekne büyüklüğünde bir başka tekne bulmak gerekiyordu. İkinci tekne Didim'den çıktı geldi. İstanbul Yelken Kulübü'nden çok eski bir arkadaşımızın on dört metre boyunda biraz yaşlı ama çok denizci teknesi bu yolculuktaki yol arkadaşımız olacaktı. Gün's...


İstanbul'a hareketimizden bir gece önce bütün ekip Çeşme'de buluştuk. Bu seyahatten aylar önce teknenin esas ekibi olan Murat Gökçen ve Mahir Ulutaş ile birlikte rotamızı belirlemiş, ve yolculuğun yapılacağı tarihlerdeki hava ve deniz durumunu geçmiş yıllara bakarak bir istatistik çalışması ile belirlemeye çalışmıştık. Deniz işini hafife almamak ve bu tip yolcuklardan önce rota, rüzgar durumu, kumanya, ekibin fizik ve moral sağlığı gibi pek çok konuda ön hazırlık yaparak, karşılaşabileceğimiz ve önceden hesap edilemeyecek her duruma karşı tedbirli ve hazırlıklı olmak gerekir. Hele hele Ege Denizi gibi sağı solu hiç belli olmayan bir denizde dört gün geçirecekseniz ve ekibinizin en az yarısı hiç yelken tecrübesi olmayan insanlardan kurulmuş ise bu hazırlık aşaması bir kat daha önem kazanıyor. Zira ne kadar hazırlanırsanız hazırlanın deniz ve hava size mutlaka hesaplamadığınız bir sürpriz yapacaktır.


Dönelim Çeşme'deki son gecemize. Son gece Alaçatı'da Yucca Küçük Otel'de buluşuyoruz. Tüm ekip birlikte, artık geri sayım başlıyor. Ekibin büyük çoğunluğu konuyla o kadar alakasız ki hem iyi bir enformasyon vermek hem de hiçbirini huzursuz etmemek gerekiyor. Denizin güzelliği yanında, taşıdığı riskleri de konuşmak boynumuzun borcu. Biz anlatmaya başladıkça insanların gözlerindeki pırıltıyı görüyor ve mutlu oluyorum. Biz kabaca rotamızı, teknedeki çalışma düzenini, beslenme rutinimizi ve temel deniz kurallarını anlatıyoruz. Sonra tabi ekip sormaya başlıyor. O kadar çok merak ettikleri şey var ki, önümüzdeki dört günlük süre bize yetecek mi diye düşünmeye başlıyorum. En basit bağdan tutun da tuvaletlerin nasıl kullanılması gerektiğine kadar anlatılacak,öğretilecek bir çok şey...


İlk iş olarak insanları iki tekneye nasıl bölüştüreceğimizi konuşuyoruz. Birlikte gelen arkadaşlar var, her teknedeki kadın erkek sayısını da ayarlamak gerekiyor zira hava patlarsa kas gücüne de çok ihtiyaç olacak. Gücü dengeli dağıtmak gerek. Öte yandan bize katılan ikinci tekne Gün's ü fazla tanımıyoruz bu bakımdan en az iki tecrübeli yelkencinin tekne sahibine destek olmak için orada seyahat etmesi gerekecek. Murat ve ben ikinci tekneye geçiyoruz, Mahir ve Volkan da Ada-Pupaadrenalin'de kalıyor. İnsanların daha önceden bilmediğimiz bazı sağlık durumları ortaya çıkıyor. Örneğin arkadaşlarımızdan biri güneşte kalamıyor. Bulunduğu teknede çok iyi bir tente olması ve her daim güneşten korunması gerekiyor. Onunla beraber gelen diğer arkadaşı da birlikte seyahat etmek istiyor ve bu ikiliyi aynı tekneye yerleştiriyoruz. Sanırım tüm bu seyahatin en zor kısmı insanları teknelere dağıtmak. Toplantı giderek bir sohbete dönüşüyor, insanlar tanışıp sohbete başlıyor ve ilk anlardaki huzursuzluk ve bilinmeyene karşı duyulan endişe bulutları dağılıyor. Öyle sanıyorum ki katılan herkes İstanbul'a varıldığında kendine önemli bir şeyler katmış olacak, belki iyi bir dostluk, belki sarsılmaz bir öz güven, ve mutlaka unutulmaz anılar.


Yolculuğun bir gün öncesinde Mahir, Didim'den Gün's ü getiriyor. Anlattığına bakılırsa 25 knot hava ve çok büyük denizler aşmış geliş yolunda. Biz hemen gidip tekneyi görüyoruz, biraz dağınık ve bakımsız ama yapısı çok denizci bir tekne. İlk görüşte beğeniyorum ve bu teknede yelken basmak için sabırsızlanıyorum. Gün içinde market alışverişi, kumanya, ve gerekebileceğini düşündüğümüz bütün ihtiyaçları sağlayıp teknelere bölüştürüyoruz. Zaten birlikte yol yapılacak ve acil ihtiyaç durumlarında , telsiz ile haberleşme sağlanabilir. Tecrübesiz mürettebat ile yapılacak bir yol olduğu için de denizde birbirimizin görüş alanı içinde kalacağız. Güvenlik açısından önemli bu.  Her deniz yolculuğu ya da yarış öncesinde olduğu gibi yine bölük pörçük kötü bir uyku ile son geceyi geçiştiriyorum. Sabah buluşma saatimiz 06:30.


Günün ilk ışıklarıyla birlikte Yucca'dan ayrılıp Çeşme Marina'ya geliyoruz. Ekip saat 07:00 da hazır. Ada-Pupaadrenalin ve Gün's birbirinin peşi sıra marinadan ayrılıyoruz. İlk günkü hedef Cunda Adası. Yola koyulmadan önce teknelerin üzerinde bazı pratik ve mutlaka bilinmesi gereken bir kaç konuyu ekibe anlatıyor ve yelken basıyoruz. Yola çıktıktan yaklaşık üç saat sonra Ege hırçın yüzünü göstermeye başlıyor. Sakız Adası'nı geride bırakmaya hazırlanırken hava şiddetleniyor ve rüzgar saatte 20 knota kadar çıkıyor. Yan tekne ve biz havayı görünce Midilli'ye doğru yarışmaya başlıyoruz. Yarışmak artık bizim için bir refleks. Ada-Pupaadrenalin'de balon var ve hava günbatısından esmeye başlayınca, Mahir hemen cenovayı indirip balonu basıyor ve geniş apazla bizi zorluyor. Niyeti rüzgar altına doğru kaçıp süratlenmek. Midilli Adası iskele ön omuzlukta. Biz de balonsuz ve ağır bir tekne olmamıza rağmen hızlıyız. Gün's ü biraz daha orsalatarak hızımızdan biraz kaybediyor ama yolu kısaltıyoruz. Mahir'in tahmini bizim adaya yaklaştıkça rüzgarsız kalacağımız üzerine, O da rüzgaraltına düşerek mesafe kaybedecek ama sonra kendi teknesini orsalatarak bizim havasız kaldığımız anda farkı kapatarak bizi geçecek. Evdeki hesap çarşıya uymuyor. Midilli'yi ilk gören biz oluyoruz. Sertleşen havada ekipten bazıları çok çabuk ısınıp işin zevkini alıyor ve güvertede verdiğimiz işleri en iyi biçimde yapmaya çalışıyor. Bir kısım yeni denizci ise hafiften geriliyor ve kokpitte en güvenli buldukları yere oturuyor ve neler olduğunu anlamaya çalışıyor, ama kimse sükunetini ve sakinliğini kaybetmiyor. Yaklaşık iki saat sonra Midilli'deyiz . Çok güzel bir koy bulup demirliyoruz. Yanımızdan geçen Yunan sahil güvenlik teknesi bize hiç aldırmadan yoluna devam ediyor. Öğlen menüde deniz suyu ile haşlanmış ton balıklı makarna ve salata var. Tüm ekip iyi çalıştı ve iyi bir molayı hakketti. Yemek sırasında Volkan dalarak teknelerin karinalarına (teknenin su kesiminin altında kalan dış yüzeyi), dümen palalarına ve pervanelere bakıyor. Genel bir kontrol yapıyor. Midilli'nin masmavi sularında herkes serinliyor ve bir süre sonra demir alıp yola koyuluyoruz. Rüzgar şiddetini biraz azaltmış. Ekibin keyfi yerinde, ilk tedirgin saatler geride kalmış. Bunda sanırım teknedeki tecrübeli yelkencilerin payı var. Sert hava ve köpüren dalgalar karşısındaki sakinliğimiz, bırakın heyecanlanmayı bu durumdan zevk alıp, birbirimizle yarışmamız ekibin geri kalan kısmına iyi bir işaret ve moral oluyor. Bizim o halimizi görenler durumun kesinlikle kontrol altında olduğuna kanaat getiriyorlar.


Yola çıkmadan birkaç gün önce Murat ile birlikte orkinos için olta yaptırdık ve Çeşme'de balık işi ilgilenen arkadaşlardan çeşitli tüyolar aldık.  Balık nerelerde olur, avlanma saatleri nedir gibi çünkü Çeşme'ye inerken Midilli ve Sakız açıklarında sağımızdan solumuzdan atlayan orkinoslar görmüştük. Orkinos için gerekli düzeneği kurup oltamızı denize bıraktık ama yol boyunca gördüğümüz yunuslar yüzünden balık avlama işini başka bir zamana bırakmaya karar verdik. İhtimaldir oltaya bir yunus takılabilir. Risk almaya gerek yok. Akşama doğru hava düşüyor ve sakince Cunda'ya yaklaşıyoruz.


Cunda'ya denizden gidenler bilir. Adanın girişinde sağlı sollu sayısız şamandıra var. Denizcilikte bunlara çakar, kardinal gibi isimler de verilir. Bu işaretler karada trafik ışıklarının üstlendiği görevi üstlenirler. Değişik biçim ve renkleri vardır ve her şekil ve renk bir uyarıdır. Seyir yapan teknelere su altındaki tehlikeyi anlatırlar,  ve emniyetli geçiş için denizcileri uyarırlar. Cunda'nın girişi tehlikeli bir giriş. Su bir kanal etrafında çok sığ ve geçiş mümkün değil. Ancak çakarları iyi okursanız onlar sizi emniyetli bir şekilde Cunda'ya kadar götürecek. Kırmızı ve yeşil çakarları, iskele ve sancağımızda bırakarak yavaşça ilerliyoruz. Teknemizin hemen yanında çakarların dışında sadece ayak bileklerine kadar batmış insanlar balık tutuyor. Düşünün su o kadar sığ.


Olaysız bir şekilde Cunda'ya varıyoruz. Her zamanki gibi tekneye güvenli bir yer bulmak, sabaha kadar rahatça uyumamızı sağlayacak bir park yeri aramak ilk ödev.  Karaya yaklaşırken sahilden birileri el kol işaretleri ile bize bir şeyler anlatmaya çalışıyorlar. Sanırım tekneler için yer gösteriyorlar. Biz iki tekne arasına milimetrik bir kıçtan kara yapıyoruz ve bizden sonra sıra Ada-Pupaadrenalin'de. Söylemeden geçmeyelim ilk günün ikinci yarışını Mahir kazanıyor. Bu sportmenliğe yakışır bir sonuç ve aslında sanırım kimse İstanbul'a döndüğümüz zaman geçilmiş tekne ve ekip olmak istemediği için yarış işi Cunda'dan sonra tekrarlanmıyor, üstelik bu iş sessizce, hiç konuşma olmadan karara bağlanıyor. Tekneler güvenli bir şekilde yerlerini bulduktan sonra farkına varıyoruz ki herkes çok ama çok acıkmış. Kimse duş bile almayı düşünmüyor. Herkes sahildeki balık restoranlarına hücum ediyor. Ekip kalabalık ve tekne dışındaki zaman kendimize ait. O yüzden kimse kimseyi yemek ve devam programı için zorlamıyor. Herkes istediği yerde yeyip içiyor. Akşam yemekleri şüphesiz benim için gezinin en önemli parçası. Yolculuklarda insanlar birbirlerini daha iyi tanır derler, ve içki masasında. Bence ikisi de doğru. En zor ve en keyifli anlarda birlikte zaman geçirmek, az zamanda çok iş yapmak demek. Ekip birbirini tanıdıkça samimiyet artıyor. Her meslekten insan olması, konuları açıyor, muhabbeti koyulaştırıyor. İlerleyen saatlerde teknelere döndükten sonra pek kimsede hal kalmamış ama yine gece neferleri ile güvertede son içkilerimizi yudumlarken, geçirdiğimiz günü konuşuyor insanların duygularını öğrenmeye çalışıyorum. Denizde olmak onlara ne hissettirdi ? Bu işi sevdiler mi, zorlandılar mı, korktular mı, eğlendiler mi? Zaten lafı ortaya atar atmaz öyle bir sohbet açılıyor ki sabahın erken saatlerine kadar konuşuyoruz. Herkes yeni bireyler öğrenmek için adeta yarışıyor. Bu merak ve ilgi karşısında ben de heyecanlanıyor, bütün bilgi ve tecrübemi insanlarla paylaşmak ve yararlı olmak istiyorum. Ekibin bir kısmı kamaralarda, bir kısmı uyku tulumları içinde güvertede uyumayı seçmiş.


Gecenin sonunda genellikle olduğu gibi ayakta kalan son denizci benim. Biraz da kendimle konuşmam gerek. Son kadehimi içerken gecenin karanlığına karışıyorum. Başımın üzerinde yıldızlar, ayaklarımın altında ise bir başka sonsuzluk belli belirsiz bir devinim içinde beni kucaklıyor. Yarın neler olacak, deniz bize bilmediğimiz bir yönünü gösterecek mi ? Bizi bekleyen maceranın yazılmamış sayfaları ve daha yaşamadığımız anların heyecanı ve o anlara duyduğum karşı konulmaz istek. Hayatın kendisi de bundan başka bir şey değil gibi...

20 Şubat 2012 Pazartesi

Bilmek Öğrenmek Gerek, Bölüm 3

Uzun bir aradan sonra kaldığımız yerden devam...

D
Deviasyon/Yapay Sapma: Teknenin kendi manyetik alanları nedeniyle manyetik pusulada meydana gelen hata.
Dingi: Kürekle ilerleyen iş amaçlı veya spor amacıyla genelde nehirlerde kullanılan bir çeşit tekne. Yarış ve gezi amaçlı, yelken takılarak kullanılan küçük tekneler de dingi olarak bilinir.
Donanım:  Bir teknede direk ve serenleri destekleyen, yelkenleri basmak, indirmek ve kontrol etmek için kullanılan halatların tamamı.
Draft/Su Çekimi: Teknenin su hattından aşağıda kalan kısmının derinliği.
Dümen Palası/Yelpaze: Tekneyi istenilen yöne çevirmek için kıça takılan yelpaze şeklindeki parça.
Dümen Suyu: Teknenin geçtiği yerde dümenin arkasında bıraktığı karışık su.

E
El İncesi: Yanaşırken, kalın bağlama halatlarını karaya vermek için kullanılan ve ucunda bir ağırlık olan ince halat.
EPIRB (Emergency Position Indicating Radio Beacon): Batmakta olan bir teknenin veya onu terk eden kazazedelerin yerini radyo sinyalleri göndererek uydular aracılığıyla arama kurtarma merkezlerine bildiren cihaz.

F
Faça Etmek: Faça yelken. Tekneyi durdurmak veya manevrasına yardımcı olmak için yelkeni rüzgarla ters taraftan doldurmak.
Farş/Taban: Sintine üzerindeki döşeme tahtaları.
Fırışka/Firişka: Yelkenlere camadan vurmadan seyre müsait hafif rüzgar.
Frengi Deliği: Güvertede biriken suyun boşalması için küpeştelere açılmış delikler.
Flok: Ön direk ıstralyasına çekilen ve cenovadan küçük üçgen yelken.
Fora Etmek: Bir yere bağlı halat veya düzeneğin çözülmesi, açılması için verilen komut. Sivil denizcilikte mola olarak da kullanılır.
Furling/Yelken Sarma Sistemi: Yelkenlerin indirilmeden ıstralya, direk vb. gibi yerlere sarılıp açılmasını sağlayan sistem.

G
Gabyar: Görev yeri direk ve serenler olan denizci.
Gam: Halatın bükülmesi veya dönmesi.
Gırcala: Teknede çeşitli amaçlarla kullanılan ince halat, kalın iplik.
Gönder: Kullanıldıkları maksada göre değişik çap ve uzunluktaki ağaç veya metal çubuk.
GPS (Global Positioning System):  Küresel yer belirleme sistemi. GPS alıcısı sayesinde teknenin mevki, sürat, rota gibi verilerini uydu aracılığı ile saptayan sistem.
Gurcata: Yelkenli teknelerde direğin orta boyunda veya daha yukarısında, çarmıhları iki yana doğru açan metal veya ahşap çıkıntılar. Başa kıça dönük (açılı) veya düz olabilir.

H
Havuzluk/Kokpit: Tekne dümen dolabının veya yekenin bulunduğu geniş kısım, bazı teknelerde bu kısım küçük bir havuz olabilir.
Haydar: Denizcilerin inanışına göre kötü güçleri olan ruh.
Heç/Tavan Kapağı: Teknelerde kamara tavanından güverteye açılan kapak.
Hırça Mapası: Demir zincirinin teknedeki serbest ucunun denize kaçmaması için bağlandığı güçlü, sağlam mapa.
Hisa: Özellikle bir yelken veya bayrağı ama genel anlamda herhangi bir şeyi yukarı çekmek, kaldırmak.

I
Irgat: Teknenin baş kısmına konulan ve demiri çekmek için kullanılan aygıt.
Iskaça: Omurga üzerinde direğin oturması için yapılmış oyuk.
Iskota/İskota: Bir yelkenin rüzgara göre açısını ayarlamak için kullanılan halatlar. Ana yelken ıskotası, cenova ıskotası gibi kontrol ettiği yelkenin ismi ile birlikte söylenir.
Istralya: Bir teknede direği baş-kıç doğrultusunda destekleyen tel, çubuk, vb. gibi parça. Baş ıstralya direği öne,kıç ıstralya direği arkaya doğru tutar. Hareketli kıç ıstralya(ranır), mini ıstralya, kontrol ıstralyası gibi farklı görevleri olan ıstralyalar da vardır.

İ
İskele: Kıçtan bakıldığında teknenin sol tarafı.

2 Şubat 2012 Perşembe

Donanma Kupası 2011

Bir haftalık aradan sonra nihayet bugün yazacak zamanı ve enerjiyi buldum. Genel anlamda spor ve spor yapmak insanı güzelleştirir, zihinsel ve fiziksel olarak geliştirir, eğitir, disiplin ve çaba gerektirir. Amatör olarak sporla uğraşmak en temel anlamda kişinin kendi için gösterdiği bir çabadır. Bu durumda tek rakibi kendisidir. Eğer lisanslı bir sporcu iseniz ve yarışıyorsanız işin içine rakipler, rekabet ve kazanma hırsı gibi faktörler dahil olur. Hiç bir sporcu kaybetmek için yarışmaz. Yelken sporu gibi amatör dallarda kazancınız para ile ödüllendirilmez ama para ile satın alınamayacak bir şeyler kazandırır. Bunlar başarılı olmaktan duyduğunuz mutluluk, gurur, öz güven gibi duygulardır. Hemen her spor dalında birini diğerlerinden ayıran bazı özel müsabakalar ve yarışlar vardır. Bunların önemi sporcu için büyüktür çünkü hem bir fert hem de bir takım olarak bu yarışlarda derece almak rüştünüzü ispat etmektir ve bu yarışlarda sağlanan başarı size daha büyük bir dünyanın kapılarını aralar.

Yelken sporunda Donanma Kupası Yat Yarışları'nın çok özel bir yeri var. Bu yarış düzenli olarak elli bir yıldır koşulmakta ve Donanma Komutanlığı ve İstanbul Yelken Kulübü işbirliği ile gerçekleştirilmekte. Donanma kupası hem IRC 1- IRC 5 ve gezi sınıfı yatlar ve hem de optimist, laser,470, pirat ve dragon gibi  olimpik sınıflar için senede bir defa düzenlenen bir yarış. Son Donanma Kupası 24-26 Eylül 2011 de yapıldı. Tam altmış  yatın katılımı ile gerçekleşen yarışın en büyük sürprizi de şüphesiz Rahmi Koç'a ait olan Nazenin V teknesinin gezi sınıfında yarışmasıydı. Elli altı metre boyundaki bu keç tipi süper yat devasa yelken alanı, donanımı, mürettebatı ve kalitesi ile bütün diğer yarışçılara unutulmaz bir göz ziyafeti çekti.

Ada-Pupaadrenalin ekibinin bir parçası olarak 51. Donanma Kupası'nın bize ait olan hikayesidir anlatacaklarım. Yarış her sene Kocaeli sınırları içinde yer alan Gölcük Donanma Komutanlığı'ndan start alıp, düz rota ile Fenerbahçe Koyu'nda, İstanbul Yelken kulübü önündeki finish hattında sona eriyor. Yarışın toplam mesafesi kırk bir deniz mili. Hemen her yelkencinin kazanmak istediği bir yarış bu. Hem Türk yarış tarihinde düzenlenen en uzun soluklu yarış ve hem de Deniz Komutanlığı ve İstanbul Yelken Kulübü gibi iki çok önemli kurumun birlikte oldukları bir organizasyon. Sezon içinde diğer yarışlarda görmediğiniz pek çok tekneyi bu yarışta görmek mümkün. Tekne sayısı ve rakipleriniz arttıkça da yarışmanın keyfi ve heyecanı artıyor hiç şüphesiz.

Donanma Kupası her sene Gölcük'ten start alıyor demiştim. Bu başlı başına bir olay çünkü genel olarak teknelerin hepsi İstanbul'un çeşitli marinalarından buraya geliyorlar ve kırk bir deniz milini kat edip aynı yolu  tekrar dönmek gerekiyor finish görmek için. Bu durmaksızın yapılacak bir iş değil. Bu yüzden yarışan teknelerin hepsi bir gün öncesinden üsse gelip, gece orada konaklıyorlar. İstanbul'dan çıkıp bütün körfezi denizden katetmek insana bilmediği bir İstanbul'u ve coğrafyayı gösteriyor. Çarpık yapılaşma, sanayileşme, güzelim topraklar üzerine kondurulan alabildiğine çirkin binalar. Görmeden geçmemeli. Denize paralel giden tren yolunu ve trenleri görmek de ne güzel aslında. Bu görüntü Türkiye'nin çok bilindik bir fotoğrafını bir kez daha canlı canlı gösteriyor bize. Her güzellik insan elinin değmesi ile bir çirkinliğe dönüşmüş. Yemyeşil vadiler, masmavi deniz, endüstriyel atıklarla kirlenmiş, harmanlanmış. Çocukluğumdan kalan silik anılarda ise Hereke'de, Darıca'da pırıl pırıl bir deniz ve birer, ikişer katlı şirin evler var. Üzülüyorum...

İstanbul-Gölcük seyri tüm ekiplere yarıştan bir gün önce iyi bir antrenman imkanı da sağlıyor. Yarıştan önce su üzerinde teknenin her detayını kontrol edip, arma ayarlarımızı yapıyoruz. Güzel anları fotoğraf karelerine hapsediyoruz zira bu anlar çok ama çok değerli, kimse unutmak istemiyor. Sağımızda solumuzda ya da denizcilik değimi ile sancak ve iskelemizde, pruvamızda, pupamızda tekneler, ekipler yarışa gidiyorlar. Akşama doğru Gölcük'teki üsse varılıyor. Giriş yapmadan önce bizi donanmaya aiy bir tekne ve askeri mürettebat karşılıyor. Teknelere uygun park alanı sağlamak için telsizden haberleşiyoruz. Teknemizin boyu, derinliği bilgileri isteniyor. Sıcak bir hoş geldin. Bu sene yoldayken yanımızdan bir denizaltı geçip bizden önce üsse giriş yapıyor. Biz vardığımızda denizaltı aborda etmiş ve iskelede bir hareket. Kadınlar, çocuklar, bir heyecan uzaktan hissediliyor. Hasret dolu bir kucaklaşma bu. Öğreniyoruz ki bu denizaltı uzun zamandır görevde ve bu eve dönüş hikayesinin en duygusal anlarına tanıklık ediyoruz. Yarışacak bütün tekneler akşama doğru birer ikişer varıyorlar, kimi aborda etmiş, kimi kıçtan kara bağlanmış. Hava çok güzel ve bütün ekipler iç içe. Herkes birbirini tanıyor. Tabi ki yarıştan, ertesi gün esecek havadan, teknelerden konuşuluyor. Bizim yanaşmamızdan az sonra yanımıza yanaşan teknede tanıdık yüzler var. Çocukluğumdan kalan yüzler. On yaşları civarında aynı kulüpte birlikte yarıştığım arkadaşlarım otuz sene sonra aniden hayatıma giriveriyorlar. Kaldığımız yerden devam ediyoruz, geçen otuz seneyi bir geceye sığdırmaya çalışarak. Kendimi çok mutlu hissediyorum.

Gidenler bilir. Askeri tesislere girmek öyle kolay değildir. Ordu evlerine bile giderken bir giysi tanımı vardır,       öyle derbeder bir halde traşsız falan almazlar içeri. Denizciler hep askeriye içinde daha yumuşak mizaçlı tanınmışlardır gerçi. Biz bir spor müsabakası için orada bulunduğumuz ve sporcu olduğumuz için spor kıyafetlerimiz  ve bir günlük sakallarımızla üste dolaşabiliyoruz. Bu bile üniformalı insanlarla aramızdaki mesafeyi azaltıyor, bizleri yakınlaştırıyor. Askerlerin yaklaşımları o kadar iyi ve samimi ki. Üs tertemiz, özenli ve düzenli. Sivil hayatta kendi adıma en çok özlediklerim bunlar. Sıcak bir karşılaşmanın ardından herkes akşam için hazırlanıyor. Bizleri askeri servis araçları ile on beş dakika uzaklıktaki misafirhaneye götürüyorlar. Tüm ekipler birlikte yemek yiyor ve sosyalleşiyor. İsteyen aynı yerde gece konaklayabiliyor isteyen de yemekten sonra üsse teknelere geri dönebiliyor. Bir önceki yıl yapılan yarış öncesi üssün bahçesinde bir resepsiyon verilmişti. Üs komutanı, subaylar ve eşleri bizleri karşılamışlar ve müthiş bir konuk severlikle bizi ağırlamışlardı. Resepsiyon öncesinde de askerler eşliğinde denizaltıları gezme fırsatı bulmuştuk. Ben geceyi teknemde geçirmek için üsse dönüyorum bütün ekiple birlikte. Kamaralar hepimizi almıyor ve ekibin bir kısmı bu gece uyku tulumlarına girerek güvertede uyuyacak. Hafif bir müzik eşliğinde muhabbet koyulaşıyor. Saatler ilerledikçe herkes kendi dünyasını diğerlerine açıyor, ipuçları veriyor. Birbirimizi daha iyi tanıyor ve seviyoruz. Arkadaşlık hiç telaş etmeden, biraz temkinli ve ürkek adımlarla da olsa yerini güzel bir dostluğa bırakmaya hazırlanıyor. Yavaş yavaş.

Denizde iş hiç bitmez. Herkes uykuya hazırlanırken yapılacak son bir iş daha var. Esecek havaya göre seçeceğimiz balonlar uygun biçimde katlanmalı ve torbalarına yerleştirilmeli. Balon dediğim pupa seyri yaparken kullandığımız bir yelken. Kesimine göre spinnaker (simetrik) veya gennaker (asimetrik) olarak adlandırılan bu yelkenler çok hafif malzemeden üretilirler ve yüz öçümleri oldukça büyüktür. Bu bakımdan yarış esnasında fora edilirlerken sağlıklı bir şekilde zaman kaybetmeden basılmaları için torbalarına belli bir yöntemle katlanarak yerleştirilmelidirler. Biz buna balon ellemek diyoruz. İşte gecenin sonunda uyku tulumlarına girmeden önce yaptığımız iş de bu oluyor. Gecenin son ikramı ise karavanalarda dağıtılan çorba. Kimimiz sahilde, kimimiz güvertede çorbalarımızı içiyor ve uykuya dalıyoruz. Güvertede sessizliği dinliyorum. Her şeyden önce su üzerindeyim. Etrafımda arkadaşlarım, rakiplerim, rakibim olan arkadaşlarım. Olmak istediğim yerdeyim.

Yarıştan önceki gecelerde pek uyuyamam. Çocukluğumdan beri böyledir bu. Bu gece de senaryo değişmiyor. Bölük pörçük bir uyku uyuyorum. Aklımda yarış, bir an önce sabah olsun istiyorum. Beş buçukta ayaktayım. Kimseyi uyandırmadan aklıma gelen tüm kontrolleri yapıyorum ve kendimi yarışa hazırlıyorum. Saat altıda ekibin geri kalan kısmı uyanıyor ve tabi diğer ekipler de. Kahvaltı, giyim kuşam derken saat sekize yaklaşıyor ve avara ediyoruz. Birbirinin peşi sıra tüm tekneler start hattına doğru ilerliyor. Hava tahmin raporlarına göz atıyor ve bir strateji belirliyoruz. Hava gün doğusundan esiyor ve bu da pupa seyri yaparak yarışacağız anlamına geliyor. Balonları ellemek uykudan önce ne kadar zor gelse de isabetli bir iş yapmış olduğumuzu anlıyoruz. Bir gelenektir her sene starttan önce kıyıda askeri bando marşlar çalarak ekipleri uğurlar. Bu sene de adet değişmiyor. Yarışa dakikalar kala kronometrelerimizi ayarlıyor ve start için saniyeleri sayıyoruz. İyi bir start bana göre işin yarısı demektir ve çoğu zaman yarış kazandırır. İlk heyecan start hattında. Ekipler avantajlı bir yer edinmek için taktik tramolaları atıyor ve sonunda yarış başlıyor. Bir önceki senenin aksine hava iyi esecek gibi. Sabah saatlerinde körfez içinde bizi hızlı götürecek bir hava yok ama umutluyuz. Starttaki yerimizi korusak bize yeter ta ki hava esmeye başlayıncaya kadar. Körfezden çıkmak üzereyken hava esmeye başlıyor ve gitgide sertleşiyor. Saatte yirmi knota yaklaşıyor. Bu tam sevdiğimiz hava. Tekne yürüyor ve yarış zevkleniyor.

Akşamüzeri olduğunda Fenerbahçe Koyu'nda finish veriyoruz. Düzeltilmiş zamanda tüm sınıflar içinde altmış yatın katılıdığı yarışta dokuzuncu ve kendi yarıştığımız sınıf olan IRC 4 de birinci oluyoruz. Daha önceki yazılarımdan birinde söylediğim gibi bu aslında doğayla ve kendinizle yaptığınız bir yarış. Birinci olmak ya da sonuncu olmak işin en önemli kısmını oluşturmuyor benim için. Ama doğruya doğru aldığımız derece ve yaptığımız zaman da hepimizi çok gururlandırıyor.

Bir başka yazıda bir başka yarış hikayesinde görüşmek üzere...

30 Ocak 2012 Pazartesi

Bilmek Öğrenmek Gerek, Bölüm 2

B
Baba/Bita: İskele, rıhtım veya teknede halatları volta etmek için kullanılan, ağaç veya demirden yapılan kısa sütunlar
Badarna Etmek: Halatın sürtünüp aşınmaması için eski bir ip vb. gibi ile sarılması
Balançina: Bir çubuğun kaldırılıp indirilmesinde kullanılan halat veya telden kurulmuş palanga. Yelken indirilir ya da basılırken yatay konumda kalması için direk başından gelerek bumbanın ucuna bağlanan halat
Baştan Kara:  Teknenin başının sahile dik gelecek şekilde bir iskeleye yanaşması veya karaya yaklaşması, oturtulması
Bermuda Arma: Ana yelkenin uzun ve üçgen biçiminde olduğu arma türü
Bodoslama: Omurganın baş tarafında teknenin başını meydana getirmek için yukarı doğru konulan yekpare ağaç, omurganın yukarı kıvrılan kısmı
Bofor (Beaufort) Rüzgar Çizelgesi: Rüzgar esme gücünü tanımlayan 0 dan 12 ye kadar derecelendirilmiş çizelge. Bofor ya da kuvvet olarak söylenir
Borda: Teknenin dış tarafta ve su kesiminden yukarıda kalan yan tarafları
Borda Fenerleri: Gece yol alan bir teknenin her iki yanında taşıması gereken yeşil (sancak) ve iskele (kırmızı) seyir fenerleri
Bosa Tutmak: Bir halat veye zincirin üzerindeki yükü azaltmak için, bedenine bağlanan başka bir halatla koç boynuzu veya babaya bağlanmak sureti ile yükün paylaştırılması
Bumba: Yelkenin alt kısmının bağlandığı yatay çubuk

C
Camadana Vurmak: Yelken alanını küçültmek
Cenova: Büyük, üçgen ön yelken. Cenovanın arka yakası direk hizasından arkaya geçer.
Cıvarna: Yüksek tepelerden kopup gelen ve genellikle kıyıya dik açıyla inen ani ve şiddetli rüzgar.

Ç
Çapa (demir):  Teknenin dalga ve rüzgarla kaymasını engelleyip, onu sabit bir noktada tutan büyük ve ağır cisim
Çapariz:  Denizcilikte doğru gitmeyen, engelleyici, kötü anlamında, çeşitli durumlar için kullanılan terim
Çarmıh/Çarmık: Direkleri yandan destekleyen tel, çubuk vb. Armaya göre değişen üst çarmıh, orta çarmıh, alt çarmıh gibi türleri vardır
Çürük Su: Pervanenin su yüzeyine yakın veya kısmen suyun dışında dönerken boşa çalkaladığı için tekneyi ileri götürmeyen su

25 Ocak 2012 Çarşamba

Bilmek, Öğrenmek Gerek, Bölüm 1

Üçüncü gün, üçüncü yazı. Açık konuşmak gerekirse bu sürat beni biraz korkutuyor ama elim değmişken yazmadan da duramıyorum. Neredeyse günün her saati neler yazabilirim ve burayı takip eden insanlara daha başka ne sunabilirim diye düşünüyorum. Az önce aklıma bana göre parlak ama belki bazılarına sıkıcı gelebilecek bir fikir geldi ve yazmaya koyuldum.

Hemen her konuda hikaye, anı, anektod gibi kişisel mevzular karşı tarafı daha çok ilgilendirmiştir. Böyledir bu. Hele anlatan kişinin ağzı güzel laf yapıyor ve hikayeye bir ruh katarak anlatmayı becerebiliyorsa. Öte yandan ders çalışmak gibi formal okumalar ve belki de dinlemeler daha sıkıcı, kasvetli olmuşlardır. En azından benim için. Gelin görün ki insan hayatta her gün yeni bir şey öğreniyor ve kendi için bile sıkıcı olan bir durumu başkalarına diretebiliyor. Bu konuda içimi rahatlatan tek şey burada yazılanları okumak için kimsenin bir mecburiyeti olmaması. Dönem sonunda yapılacak sınavlar ya da yazılacak uzun kağıtlar da yok. Hal böyle olunca belki birilerinin işine yarar diye bir kaynak oluşturmaya karar verdim. Blog'un yazılamaya başlanma amacına hizmet edeceğini de düşündüğüm, sözlük tadında bir bilgi paylaşımını içeriyor bu adı geçen kaynak. Okuyucuya kolaylık olsun diye bir de isim taktım. Bilmek, Öğrenmek Gerek. Biraz gıcık bir isim farkındayım. Tez canlılığıma verin, isim bulmak için çok zaman kaybetmeyi pek sevmiyorum, iyi de değilimdir bu hususta.  Bu kaynakçaya eklenecek her bölüm aynı adla ve fakat bölümleri numaralandırılarak başlıklandırılacak. Böylelikle ilk bölümde sıkılıp, okumayı bırakan sonraki bölümlerde başlığı görüp hiç zaman kaybetmeden siber alemin başka coğrafyalarına doğru yol alabilecek.

Peki ama bu kaynakçanın konusu nedir? Madem denizcilikle ilgili yazıyoruz, konuyu merak edip de bilgi sahibi olmayan takipçileri denizcilik ve yelkencilik literatüründe kullanılan terimlerle tanıştırmak ve gereken hallerde internetin sonsuz labirentlerinde kaybolmak tehlikesi ile karşılaşmadan buradan bilgi sahibi yapabilmek.

Aganta Burina Burinata. Halikarnas Balıkçısı denildiğinde hemen hepimizin kafasında bir ampul yanar. Bu ampul bir süredir üzerimizde yanan loş ve kasvetli ampul gibi bir şey değil tabi biliyorsunuz.  Aganta Burina Burinata içinde denizcilik öyküleri olan onun yazdığı bir kitap. Hepimiz bu isme aşinayızdır ama ne manaya geldiğini bilmeyiz. Bu kaynak işte bunun gibi denizcilik terimlerini Bilmek, Öğrenmek Gerek başlığı altında toplamayı hedeflediğim bir dizi olacak.

Terimler, Amatör Denizcilik Federasyonu tarafından hazırlanan Amatör Denizci El Kitabı'ndan alınmaktadır.

Başlarken: Vira Bismillah


A
Aborda: Bir teknenin diğer bir tekneye veya iskeleye, rıhtıma tamamen bordasını vererek yanaşması. (aborda olmak)
Aganta: Denizcilikte "kaçırma, sıkı tut, dur" anlamında herhangi bir işlemi durdurma emri
Al Beraber: Kürekleri birlikte çekmek için dümencinin verdiği komut
Alabanda: Teknenin su kesiminden yukarıdaki iç kısmı, dümenin basılabildiği kadar sancak veya iskele tarafına basılması. (iskele alabanda)
Alabora: Bir teknenin ters dönmesi
Alarga: Bir teknenin sahilden açıkta durması
Alesta: Bir işin yapılması için "hazır ol" komutu
Anele: Hareketli demir halka
Apaz Seyri: Rüzgarı teknenin başına göre nispeten geniş bir açı ile alıp, yelkenler tamamen doldurularak yapılan seyir. Teknenin rüzgarla yaptığı açıya göre isimlendirilir. Dar apaz, apaz, geniş apaz.
Apiko: Demir alınırken çapanın deniz dibinden temasının kesildiği anda tekne ve zincirle bir çekül gibi aynı eksende bulunması
Arma: Teknede direk ve yelkenle ilgili tüm özellikleri kapsayan genel terim
Armuz: Ahşap teknelerde, teknenin yan kısmını ve güvertesini oluşturan kaplama tahtaları arasındaki boşluk
Arya: Bir halat vasıtasıyla yukarı çekilmiş olan seren, yelken, flama, fors, bayrak gibi şeylerin aşağı indirilmesi
Avara: Teknenin yanaşık olduğu yerden ayrılması
Ayı Bacağı: İki yelkenli bir teknenin rüzgarı pupadan (kıçtan) alarak ve bir yelkenini sancağa (sağ tarafa), diğer yelkenini iskeleye (sol tarafa) açarak yaptığı seyir



24 Ocak 2012 Salı

Uzak Ülkenin Birinde

İkinci gün ikinci yazı. Hayatımda pek çok şey var bugüne kadar başlayıp yarım bıraktığım. Müzik ve denizden hiç bıkmadım, zaman zaman çok üzülsem ve umutsuzluğa kapılmış olsam da. İstanbul Yelken Kulübü'nde yarıştığım yıllarda pek de öyle derece yapan bir sporcu değildim ve bu pek çokları için yelkeni bırakma sebebi olabilirdi ve olmuştu da ama benim için yelkencilik denizle bir buluşmaydı. Kendimi olabildiğimce özgür hissettiğim, Pan'ın nefesiyle oradan oraya savrulduğum bir macera. Karayı arkada bırakmak, ve bütün dünyadan ayrık bir noktada, oraya hem yakın hem de uzakta olmak. Yarışmak benim için kulüpten tekne alabilmenin bir yoluydu sadece. Yarışçı iseniz bir tekne verirlerdi size ve bir yelken. Dereceye giremezseniz başarısızdınız başkalarının gözünde ama bu hiç de önemli değildi benim için. Ben ne olursa olsun denizde olmalıydım.

Müzik ayrı bir serüven. İlkokuldan bile önce dayım elime bir ağız armonikası tutuşturmuş. Sabahtan akşama kadar çalıp duruyorum. Tabi o zaman nereden bileyim hayatımı bu işle kazanacağımı. Müzik ruhun gıdası derler ama beni, hayatımın hatırı sayılır bir bölümünde umutsuzluktan, depresyona kadar her türlü kötü ruh hali ile tanıştırmıştır. Benim ruhuma ilaç olmamıştır çoğu zaman. Lise yıllarında elime aldığım gitarı hiç bir zaman bırakmadım. Hala da bir nefer gibi taşımaktayım. Müzik serüveni uzun ve sayfalara sığmaz. İlk ciddi gurubum Serüven'in hikayesi biraz zorlasam kitap olur. Sonrasındaki solo kariyer denemeleri, Yüksek Sadakat ve daha nice hikaye. Söylemeye çalıştığım müzik de kendini bıraktıracak kadar zorlamıştır beni. Şarkılar yazıp bunları dinletememek büyük acıdır. Yaralanırsınız. "İnsanlar beni anlamıyor" diye düşünür umutsuzluğa kapılırsınız. Plak şirketlerinin kapısından döner, o hiç yapılmayacak toplantılar için gün sayarsınız. Kuvvetli olmak gerekir zira bu yolda yürürken çok darbe alırsınız. Bankacı ya da avukat olmamak için savaşır, sonunda müziğini hiç sevmediğiniz bir starın arkasında vokal yaparken bulursunuz kendinizi. O zaman da sorgulamaya başlarsınız hayat kararlarınızı. Ama ne şarkılarınızı anlamaya çalışmayan yapımcılar, ne provalara vaktinde gelmeyen müzisyen arkadaşlar, ne de maddi sıkıntılar bıraktıramaz size. Zira bir gün gelir bakarsınız bütün hayatınız yazdığınız şarkılardadır, hayatınız şarkılarınız olmuştur ve şarkılarınız da hayatınız. 

Bu blog işi ne kadar sürer, nereye kadar gider bilemem. Sanırım anlatmaya çalıştığım şey hayatımda ilgi ve istekle başladığım pek çok şey yerini hep başka bir şeylere bırakmıştır. İkinci gün ikinci yazı belki hızlı bir başlangıç sayılabilir ama gerisini bekleyip görmekten başka yapabileceğimiz pek fazla şey yok sanırım.

İlk yazının sonu Amerika'da okul yıllarında ilişkin bir ruh hali tasviri ile bitmişti. Bu hal bana birkaç hikaye hatırlattı. Bin dokuz yüz doksanların başları. Doksan bir ya da doksan iki senesi. Ben o zaman San Diego'da yaşıyorum. Master yapmak için gitmişim. Gittiğimde evlerinde dört ay yaşadığım aile ile görüşmeye devam ediyorum. Bu insanlar hayattaki en büyük şanslarımdan biri olmuş, bunu yıllar geçtikçe kavrıyorum. Her neyse babanın "Cinco di Mayo" adlı bir teknesi var, şehir merkezinde da bir marinada duruyor. Otuz feet civarında bir tekne bu. Zaman zaman hafta sonları denize çıkıp yelken basıyoruz. Mission Bay çok büyük bir liman adeta küçük bir iç deniz. San Diego'yu okyanustan ayırıyor. Bütün amatör denizciler okyanusa çıkmaksızın burada vakit geçiriyorlar. Bir hafta sonu yine ailenin benimle aynı yaşta olan oğlu  Chad ile teknedeyiz. Hava yatık, hiç rüzgar yok. Yasak ama biz yine de bir şişe şarap açmış, takılıyoruz. Yelkenler basılı ama hiç yol yapmıyoruz. Bir ara yanımızdan sadece ana yelkeni basılı bir halde içerisinde çok kalabalık bir mürettebat ile gri gövdeli devasa bir yat sessizce ve fakat o rüzgarsız hava için mucize denebilecek bir süratle akıp gidiyor. Tabi ben büyük bir merakla teknenin adını okumaya çalışıyorum. 

Stars and Stripes. Bu ismi yelken dünyasıyla ilgili hemen herkes bilir. Müzisyen olup da Rolling Stones'u bilmemek gibi bir şeydir Stars and Stripes'ı bilmemek. Skipper Dennis Connor. Amerika'nın en hatırı sayılır yarışçısı o zamanlar.  Bin dokuz yüz seksen üçte teknesi Liberty ile Avustralya'lıların Australia II' sine geçilip, dört yıl sonra Stars and Stripes ile kupayı Amerika Birleşik Devletleri'ne geri getiriyor. America's Cup Hall of Fame'e girmiş efsane bir skipper. O yıllarda dünyanın en büyük yarış organizasyonu olarak kabul edilen America's Cup için San Diego Yat Kulübü adına yarışıyorlar. Kupa o yıllarda ağırlıklı olarak San Diego ile New York arasında gidip geliyor. Biz o gün Stars and Stripes'ı gördükten sonra ben bu yarışa kafayı taktım. Bütün tekneleri görmek istiyorum ama bu pek mümkün gözükmüyor. Tekneler karadan geliyor ve çekek yerlerine sevk ediliyorlar. Orada bakımları yapılıp donanımları yapıldıktan sonra suya iniyorlar. Denizde görmek için de çok şanslı olmak gerek çünkü antrenman saatlerini bilmek mümkün değil. Bu arada bir gün meşhur Top Gun filminin sahnelerinden birinin çekildiği restoranda yemek yiyoruz. Hani Tom Cruise'un co-pilotu piyano falan çalar, orası işte. Yakınında liman ve çekek yerleri. Restoranın yolu üzerinde ben çekek yerlerini mimlemişim, muhakkak gidip bir bakmam lazım. Yemekten sonra soluğu orada alıyorum ama içeri girmek mümkün değil. Ancak çekek yerlerini çevreleyen tellerin dışından bakabiliyorsun. Şanslı günlerden biri olacak ki Fransız teknesini görebiliyorum. Hafızam beni yanıltmıyorsa bir de İspanyol'ların teknesi. Teknenin kıçından başlayarak sancak kıç omuzluğuna kadar görülebiliyor. Birde direği falan. Ancak yanında duran başka tekneler yüzünden tamamını görmek mümkün değil. Çekek yerine yapılan bu ziyaretleri tekrarlayıp duruyorum ama ne başka bir tekne görebiliyorum ne de içeri girme teşebbüslerim başarıya ulaşıyor.




O sıralar iş arıyorum, çalışma iznim yok ama yine de arıyorum. San Diego Meksika'ya sınırı olan bir şehir ve bu yüzden yasa dışı yollardan buraya gelen pek çok Latin Amerika'lı var ve çoğunluğu Meksika'lı. Ben de düşünüyorum bu kadar kaçak insana iş var, bana da bir iş vardır muhakkak diye. Neyse gazetelerde takipteyim. Bir gün bir ilan: Amerika Kupası'nda gazetecileri taşıyacak teknede çalışacak adam aranıyor diye. Düşünsenize bütün o tekneleri denizde yarışırlarken görebilme şansım var. Hemen ilandaki telefonu çeviriyorum, ve son ana kadar konuşma çok olumlu seyrediyor. Yelkencilik geçmişimi falan anlatıyorum ve görünen o ki iş çantada keklik. Artık yüz yüze görüşme vakti. Ancak kapatmadan hemen önce karşıdaki ses aksanımı soruyor. Amerika'lı olup olmadığımı ve çalışma iznimi de tabi. Çalışma iznim yok ve işi alamıyorum. Görüşme boyunca gözlerimin önünden akıp geçen film mutsuz bir sonla bitiyor. The End.

Hernan Raul Saucedo. Amerika yıllarında okulda tanıştığım Arjantin'li en yakın arkadaşım. Bizden biri. Zaman zaman denize çıkıyoruz. İkimizin de motosikletleri var ve şehrin altını üstüne getiriyoruz. Okulda başlayan arkadaşlığımız bugün hala sürmekte. Okuldan sonra akşamları birlikte çıkıyoruz. Gecenin sonu genellikle Garnet Avenue'da bulunan çok büyük bir kafede içilen kahvelerle son buluyor. Zanzibar. Çok sosyal bir ortam ve her zaman yeni insanlar tanıyarak vakit geçirdiğimiz bir mekan. Bir gece yine aynı mekandayız ve sabahın ilk saatleri. Yan masaya kalabalık ve oldukça sarhoş bir gurup insan oturuyor. Yabancı oldukları belli. Yanlarında Amerika'lılar var ve bizimkisi aksanlı İngilizce ise onlarınki ne ? Biz Fransız'ız diye avaz avaz bağırıyorlar. Yanık tenli tipler ve sonunda konuşma başlıyor, bir süre sonra öğreniyoruz ki o yıl America's Cup'a katılacak Fransız mürettebat. Kahve içerek ayılmaya çalışıyorlar. Ekibin hikayesini merakla dinliyoruz. Yaklaşık bir saat sohbetten sonra artık dağılma zamanı. Ertesi gün denize çıkıp antrenman yapacaklar. Yarışta başarı dileyip ayrılıyoruz. İki gün sonra gazetenin spor sayfasına bakıyorum ve Fransız teknesi ile ilgili bir haber. Bir gün önceki antrenmanda tekneyi karaya oturtmuşlar. Büyük sayılabilecek bir bir hasar var ama limana dönebiliyorlar. Deniz Fransız'lara ve dolaylı olarak da bana önemli bir ders veriyor. Ne kadar deneyimli ve profesyonel olursanız olun, onun şakası yoktur. Yirmi yıl önce aldığım bu ders bugün hala aklımdadır.

Denizciler içmeyi sever. Bunu herkes bilir. Ama biz dikkatli ve emniyetli olmak zorundayız. Türkiye'nin en zor ve prestijli yarışlarından olan Açık Deniz Yat Yarışı, pratikteki adıyla Aşağı Yarışı, geçtiğimiz yıl Ada-Pupaadrenalin adlı teknemizle kendi sınıfımızda ikinci bitirdiğimiz, zorlu İstanbul-Çeşme ve Çeşme-Turgutreis etaplarından oluşuyor. Fazla esmeyen bir havada geçilen ilk etabı elli beş saatte kara görmeden tamamlıyoruz. Yarış boyunca içki yasağı var. Bizim kendimize uyguladığımız bir yasak bu. Tüm içkiler yarıştan önce tekneden atılıyor. Sadece tüm mürettebattan saklanan iki şişe şarabımız var. Finish hattını göğüslemek üzereyken şişeler çıkıyor. Aralıksız koşulan bu etabın bitmesine yakın, karaya ayak basmadan ikincilik kutlanıyor.




Denizde olmanın benim için iki önemli anlamı var. Birincisi doğaya meydan okumak. Hava ne kadar sert eserse essin, denizler ne kadar büyürse büyüsün, iddiamız bu sonsuz gücün bizi yenemeyeceğini göstermek. Tekneyi ve ekibi, her ne olursa olsun bir noktadan diğerine sağ salim ulaştırmak. Burada kazanmanın da tanımını yeniden yapmak gerek. Kazanmak rakiplere karşı birinci olmaktan öte, doğayla olan mücadeleden galip çıkmak gibi geliyor bana. İkincisi ve belki de daha önemlisi bu işi bir gurup insanla birlikte gerçekleştirmek. Bir takım olabilmek. Ekipteki herkese kayıtsız şartsız güvenebilmek ve aynı güven duygusunu da diğerlerinde yaratmak. İnsanoğlu belki de sevmekten, sevilmekten, aşık olmaktan daha çok güvenmeyi, güvenebilmeyi istiyor. Deniz size bu şansı cömertçe sunuyor. Bunu değerlendirebilmek de şüphesiz sizi daha iyi bir insan yapıyor.

23 Ocak 2012 Pazartesi

Bu Macera Nasıl Başladı...


         Çocukluğumdan kalan en taze hatıralar hiç şüphe yok ki denizle ilgili olanlardır. Bizden sonraki kuşakların kısmen de olsa bildiği "yazlık ev" hepimize denizi ve denizle ilgili olan pek çok şeyi öğretmiş ve sevdirmiştir.  Bindokuzyüzyetmişli yılların İstanbul'u halen sayfiye mekanları ile çevrili, denizin şimdiki gibi yanıbaşımızda ve fakat uzak bir hayal olmadığı bir İstanbul'du. Yüzmeyi, balık tutmayı, kürek çekmeyi ve sonraki yıllarda yelken yapmayı neredeyse bir hayat biçimi haline getirmemiz biraz da bundandır.
Yazlık evimiz şimdilerde Tuzla Tersaneleri'nin ele geçirdiği Tuzla'nın Güzelyalı semtinde denize sıfır bir evdi. Eşin dostun teknesi ile balığa çıkılır Pavli'ye gidilir, mendirekteki deniz altı tarlasından midye ve istiridye toplanır ve afiyetle yenirdi. Zaman zaman babalar işteyken tekneler kaçırılır Mercan Yuvası'ndaki Ankara Mercan Klübü'nün kıyısına demirlenir ve bütün gün teknelerde ve denizde zaman geçirilirdi. Geceleri Merkez Bankası'nın dinlenme kampındaki yazlık sinemanın önüne kadar gelinir ve unutulmaz Türk filmleri izlenirdi.  Gece vakti ses çıkarıp etrafı rahatsız etmemek için de kürek çekilirdi. En unutulmaz anlar yakamozun bolca olduğu gecelerdi. Küreklerin yardığı sudaki ve omurganın bırtaktığı izdeki yakamozları seyretmek benim için samanyoluna bakmak  gibi birşeydi
Günlerden birgün babam işten eve gelip beni alıp, şehrin hiç bilmediğim uzak bir köşesine götürdü. Ayvansaray. İçinde bulunduğumuz nokta ise her  yanda ahşap teknelerin yapıldığı büyük bir imalat yeriydi. O zaman bana devasa bir yer gibi görünmüştü. Meğer babam orada çok meşhur bir ustaya bir tekne siparişi vermiş. Beşbuçuk metrelik bir sandal. Ayna kıç, fırınlanmış gürgen  ağacından. Çok sağlam, hafif ama ince yapısı ile çok denizci bir tekneydi. Adını da rahmetli annemden almıştı: Latife.  Teknenin yapımını hemen hergün oraya giderek izledik. Makbul olan mümkün olduğunca az çivi kullanmakmış. Ahşabı öylesine iyi kesip biçiyorlar ve birleştiriyorlar ki adeta hiç çivi kullanmaksızın birbiri ile öpüşen elemanlar, tahtanın suyu yediği zaman şişme payını da düşünecek olursak adeta birbirlerine kenetleniyorlar. Yaz sonuna doğru teknemiz hazır olduğunda Ayvansaray'dan Güzelyelı'ya ilk seferini yaptı. Tercih ettiğimiz motor bir dıştan takma Seagull oldu. Beşbuçuk metre bir sandal ve beşbuçuk beygir gücünde bir Seagull. Uzun şaftı sayesinde lodos fırtınalarında bizi iri dalgalardan güvenle çıkardı. Anıları bir kitap dolduracak kadar taze ve zengindir.
Denizle iç içe yürüyen bu hayatta yelken dünyasından ayrı kalmak neredeyse imkansızdır. Denizin büyüsü ve sonsuz dünyasıyla tanıştıktan sonra vedalaşmak olacak bir iş değildir. Denize bağlandıkça o da size cömertliğini gösterir. Kimi zaman bereketi ile ağlarınızı doldurur, kimi zaman rüzgarını esirgemeden size sunar. Uzak diyarlar keşfetmenize olanak sağlar. Kimi zaman fırtınaları ile sizi sınar. Fırtınalı bir denizden paçayı kurtarmış bir insanın özgüven konusunda önemli bir yol katettiği muhakkaktır. Deniz ve denizlerde olmak, insanın kendini tanımasında bile önemli bir rol oynar.
Birgün balıkıtan dönmüş akşam yemeği için hazırlanırken babamın çok eski arkadaşlarından biri çoluk çocuk bir baskın yaptılar. Oldukça eski arkadaşlar sıcak bir şekilde karşılandı laf lafı açtı. Sonunda muhabbet gelip bize yani çocuklara ve bizlerin kişisel gelişimleri gibi konulara kilitlendi. Çocuklar o sene kış sezonunda başlayacak olan bir yelken kursuna katılacaklarmış. Kursu düzenleyen İstanbul Yelken Klübü, kışlık evimize çok yakın bir yerdeydi. Bana da sordular ister miyim diye. Hiç tereddütsüz istedim ve yelkencilik kariyerim bir anlamda masa başında başlamış oldu. Bütün kış boyunca aldığımız teknik bilgi ve formasyon zaten denizden uzak olmayan hayatıma daha derin ve bilgi ile bezenmiş bir kapı açtı. Tek sorun baharın bir  türlü gelmek bilmeyişiydi. Zevkli ama uzun bir teknik eğitimden sonra nihayet bir Mayıs günü optimistlerle denize açıldık. Yekeyi tutup, iskotayı çekerek yelkeni rüzgarla doldurup, apaz kontra Moda Burnu'na doğru hareket ettiğim an sanki bugün gibi aklımda. Yelkene duyduğum aşkın gerçek anlamda start aldığı an odur.
Rota İzmir'in turuncu boyalı ahşap optimistleri ve branda yelkenleri ile geçen kursiyerlik yazındaki tek hayalim, sezon sonunda yapılacak olan yarışlarda dereceye girerek lisanlı bir yelken sporcusu ve yarışçısı olmaktı. Sezon sonundaki yarışta ilk üçe girerek yarışçılığa adım attım ve yıllar boyunca klübüm adına yarıştım. İtiraf etmek gerekirse denizde duyduğum heyecan ve o zamana göre kurt yelkencilerle aynı sınıfta yarışmak fazla bir derece yapmama engel oldu. Derece yapmak ve kupalar almak tabi ki çok önemliydi ama en önemlisi deniz üzerinde olmaktı. İlerleyen yıllarda iki kişilik teknelerde ekip olarak yarışmaya başladık. Sırası ile Cadet ve 470 sınıflarında yarıştım. Trapez yapmak, kendini çarmıh tellerine asarak teknenin dışına taşmak, balon basmak, kavança  atmak eğlencemizin birer parçasıydı. Start hattında iyi bir yer kapmak için verilen mücadele, protesto bayrakları, fodepara düşmemek için harcanan çaba ve beş dakika bayrağı çekildiği anda pompalanan adrenalin ilk hatırladıklarım.
Zamanın en önemli yelkenci ailesi Kalkış'lardan, İbrahim Kalkış Türkiye'nin ilk sörf yarışçılarındandır. Hafızam beni yanıltmıyorsa Mistral'in M1 adlı sörfü ile yarışmaya başlamış ve bana da sörf sınıfında yarışmam için teklifte bulunmuştu. O zaman dümensiz bir teknede yarışmak fikri biraz anlaşılmaz gelmiş ve sörfle ilgilenmemiştim. Sonraki yıllarda halen sürdürmekte olduğum rüzgar sörfü işine de başladım. Benim için hala yelkenli bir teknede olmanın verdiği hazdan uzaktır ama ne olursa olsun denizde olmak, doğayla mücadele etmek, rüzgarın gücü ile bir noktadan diğerine varmak tarifsiz bir güzelliktir.
Zamanında hepimizin başına bela olmuş ve halen de genç insanların başında olan üniversite seçme sınavları ve ailelerin çocukları için duydukları yoğun kariyer endişesinden nasibini almış biri olarak liseyi bitirmeme yakın yıllarda çok sevdiğim yelken sporundan zorunlu olarak ayrı kaldım. Belirtmeliyim ki bu esaretin sınavlara pozitif bir katkısı da pek olmadı. İlk sene girdiğim üniversite sınavında başarısızlık umuyorum benden çok aileme bir ders olmuştur. Çocuğun hayat damarlarından birini keserseniz sağlıklı düşünemez, sağlıklı davranamaz. Bizler bu işleri yaşayarak zor yoldan öğrendik. Aldığımız ders umuyorum ki kendi çocuklarımızda aynı hataları yapmamızı engelleyecektir.  Kulüpten, yelkenden, arkadaşlardan uzak kalmak beni o yıllarda sanki öldürdü. İki yıl sonra klübe döndüğümde garip bir şekilde kendimi çok uzak ve yabancı hissetmiştim. Derken üniversite yılları salon sporları ve yeni arkadaşlıklarla örgülenen hayat klüpten ve yarışçılıktan uzak kalmama neden oldu.  Ancak yazlık hayatı kısmen de olsa devam ediyordu. Güzelyalı'da şans eseri birkaç evde yelkenli tekneler vardı. Bir adet Pirat ve bir adet Snipe. Sahipleri ile uzun zamandır arkadaştık ve klüpten uzak geçen yıllarda bu teknelerle hemen hergün denize çıktık ve yelkenciliği bir şekilde devam ettirdik.
Üniversiteden sonra yüksek lisans eğitimi için Amerika Birleşik Devletleri'ne gittim. Okul seçerken ilk kriterim denize kıyısı olan bir şehir olması ve tabi iklimin de denize çıkmaya uygun bir iklim olmasıydı. San Diego bu için biçilmiş kaftandı ve seçimimi bu yönde yaptım. İlk dört ay boyunca yanlarında yaşadığım ailenin Cinco di Mayo adlı bir yatı vardı ve gereken samimiyeti kurduktan sonra hemen her hafta sonu denize açılıp yelken bastık. Mission Bay 'de demirli olan tekne ile Coronada Adası'ndaki Amerikan donanmasının en büyük üslerinden birine kadar gittik. Orada denizaltıları, savaş gemilerini gördük. America's Cup'ın San Diego'da düzenlendiği yıllarda okyanusa açılıp bu muhteşem yarış makinelerinin su üzerindeki inanılmaz seyirlerine tanıklık ettik. Bir gün Mission Bay'de voltalarken nerdeyse hiç esmeyen hava ile efsanevi Stars and Stripes'ın yanımızdan sadece ana yelkenle nasıl süzülüp gittiğine hayretler içinde şahit olduk. Zaman zaman kiraladığımız katamaranlarla okyanusa yelken açıp dev dalgalarla boğuştuk.
America's Cup'ın San Diego'da düzenlendiği bir yıl, katılımcı teknelerin şehre gelişlerini bir  bir izledim. İspanyol ve Fransız teknelerini çekek yerine kadar takip edip bu muhteşem yarışçıları karada bile uzun uzun seyrettim. Değişmeyen tek şey çekek yerlerindeki kokuydu.  Raspalanan ahşaptan çıkan talaş kokusu, kalafat edilen teknelerden gelen macun kokusu, vernik kokusu. O zamanlar uzak bir ülkede yirmili yaşlarının başlarında bir genç adam  kimbilir belki de çocukluğunda İstanbul Yelken Klübü'nde geçirdiği yılların, kurduğu hayallerin peşinden koşmaya devam ediyordu.  Kimbilir belki de , o çekek yerinde, o teknelere bakarken, çocukluğuna ve kendine dair herşeye her zamankinden daha yakında duruyordu.